Bu Blogda Ara
24 Şubat 2010 Çarşamba
TÜRKİYE'DE TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRELERİ KORUMA OLGUSU BAĞLAMINDA; "TAŞINIR" VE "TAŞINMAZ" KÜLTÜREL ÖGELERİN İRDELENMESİ, SORUNLAR VE POLİTİKALAR
Doç. Dr. Mehmet TUNÇER Yrd. Doç. Ayşe İŞBİLEN
Türkiye, binlerce yıllık bir geçmişe dayanan zengin uygarlıkların yaşadığı bir ülke olarak insanlığın kültürel mirasının korunması konusunda evrensel sorumlulukları yüksek olan ülkelerin başında gelmektedir. Kültür mirasının korunmasındaki önemi sadece geçmiş değerlerimizi gelecek kuşaklara tanıtabilmek amacıyla sınırlandırılamaz. Geçmiş birikimin geleceğin yaratılmasında en önemli kaynak olarak değerlendirilmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Kişilikli bir toplum olarak gelişebilmek için ulusların kültürel kimliklerini yeni yaşam çevreleriyle entegre etmeleri önem kazanmaktadır. Tarihsel, arkeolojik ve kentsel korumanın bir amacı da gelecek yerleşimlerin tasarlanmasında geçmişin tarihsel ve kültürel mimari ögelerinin kullanılması ve geçmişten geleceğe bir kültür köprüsünün kurulmasıdır. Bu konuda son yıllarda belirgin çabaların bulunduğu ancak yetersiz olduğu gözlenmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin son yıllarda “Hazır Giyim Üretimi ve Moda” alanlarında göstermiş olduğu başarı bir rastlantı değildir. Mezopotamya ve Türkiye, dünya kültür ve giyim tarihinin gerçek kaynağıdır. Anadolu’nun, tarih boyunca çok zengin bir kıyafet geçmişine sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Uluslararası açıdan bakıldığında da, Anadolu’nun; dünya giyim tarihinde önemli bir yeri olduğu görülür ve uluslararası açıdan bakıldığında da, Anadolu’nun; dünya giyim tarihinde önemli bir yeri olduğu görülmektedir.
Bu bildiri ile sunulmak istenen; Türkiye’de tarihsel ve kültürel çevreleri koruma olgusu bağlamında; "Taşınır", "Taşınmaz" Kültürel Öğelerin korunmasına yönelik sorunların değerlendirilmesi, ülkenin taşınır kültürel ögelerinin sanayileşme sonrası bir olgu olarak algılanan “Moda ve Avrupa Moda oluşumlarına” katkılarının, disiplinler arası bir çalışma içinde incelenerek irdelenmesidir.
Ayrıca, ülkemizde Taşınmaz Kültür Varlıklarının bakım ve onarımları öncesi ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar, yasal ve yönetsel çerçeve ile bu konuda UNESCO yaklaşımları da bildiri kapsamında ele alınacaktır.
Bir başka amaç da; ülkemizde tarihsel ve kültürel çevrelerin korunması bağlamında, taşınır ve taşınmaz kültürel ögelerin irdelenmesi, bu ögelerin korunmasına yönelik ülkesel politikaların değerlendirilmesi, sorunların değerlendirilerek sürdürülebilirlik bağlamında politikalar geliştirilmesidir.
Anahtar Kelimeler: UNESCO, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Türk Giyim Kültürü, Giyim Endüstrisi
I. TÜRKİYE’DE TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR
Tarih boyunca Türkler yaşadığı bütün yerlerde, genel olarak sosyal ve ekonomik yapılarının belirlediği düşünce, duygu, inanç, zevk, sanat, gelenek ve göreneklerini, yarattıkları yapıtlarına yansıtmışlar ve bu eşsiz eserler ile geleceğe ve insanlığa yön vermişlerdir.
Ulusal tarihimiz ve kültürel yaşamımızı oluşturan bu değerler, bizi biz yapan değerleri günümüze kadar taşıyarak büyük bir mirasın çekirdeğini oluşturmuşlardır. Tarihsel ve kültürel miras, geçmiş ile şu anda yaşadığımız zaman arasında bir köprü vazifesi görürken, kimliğimizin oluşumunda ve devam ettirilmesinde önemli bir pay sahibi olmuştur.
1970’li yıllardan beri uluslararası platformlarda yoğunlaşarak sürdürülen çabalarda ülkemiz de yerini almıştır. UNESCO’ ya üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 1983 yılında benimsediği “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi” hükümlerine göre taraf devletler toprakları içerisindeki kültür ve doğa varlıklarının korunmasını taahhüt etmiştir. Ülkemizden de Pamukkale, Göreme, Kapadokya, İstanbul, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Patara ve Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası “Dünya Kültürel Miras Listesi”ne alınmıştır.
Avrupa Konseyi ülkeleri ile ülkemiz arasında 1985 yılında imzalanan “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” 13.04.1989 Gün ve 3534 Sayılı Kanun ile yürürlüğe girmiştir. Akdeniz’in Kirletilmesine Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi gereğince Akdeniz’de ortak öneme sahip 100 tarihi sitin içinde ülkemizden de 17 adet sit korumaya alınmıştır.
Türkiye tarihin bütün dönemlerinde doğu ve batı arasında köprü niteliğinde olması, en önemli ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle, sentez bir kültürün zengin örneklerine sahiptir. Özellikle Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait anıtsal, dinsel ve sivil mimari örnekleri ülkenin her yöresinde zenginlikleriyle bulundukları yöreyi tarihi ve kültürel bir mekân haline getirmiştir. Sivil mimarinin en güzel örneklerine sahip geleneksel kent dokuları kendine has çıkmaz sokakları, iç içe girmiş evleri, çeşmeleri, meydanları ile açık hava müzesi niteliğindendir. Binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan veya doğa ile birlikte yarattığı ve bugün “Kültürel ve Doğal Miras” diye adlandırılan değerlerin korunması, çağımızda insanlığın ortak sorunu olarak kabul edilen ve üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Tarihi ve kültürel çevrenin korunmasına yönelik toplumsal bilincin yeterince gelişmemiş olması, kentleşmenin hız kazanması ile kentsel arsa rantının çok yüksek düzeylere ulaşması, imar planlarına hatalı yaklaşımlar, ekonomik yetersizlik, tarihsel çevreyi korumak, onarmak için yeterli kaynak bulunmaması, eğitim eksiklikleri, turizm amaçlı hatalı kullanımlar, çevreden verilen ödünler, bazı yerel yönetimlerin duyarsızlığı, çevre ve eski eser konusunda söz sahibi olan kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki ve sorumluluk kargaşası nedenleriyle sahip olduğumuz değerlerin tahribi sürmektedir.
Türkiye’de günümüze kadar sürdürülen tarihsel ve kültürel çevre koruma politikalarının başarılı olduğunu söylemek olası değildir. Özellikle 1950 sonrası yaşanan kırsal alandan kentlere yaşanan göç ve hızlı kentleşme, 1980 sonrası ikinci konut ve turizm amaçlı kıyı yağması ile, 1990 sonrası Doğu ve Güney - Doğu Anadolu Bölgesinden güvenlik ve ekonomik nedenlerle göç olgusu kentlerin yüzlerce yılda oluşmuş dengelerini alt üst etmiştir. Kentlerin önce varoşlarında başlayan yasal olmayan yapılaşma (gecekondu), giderek imar aflarıyla kentleri bir kanser gibi sarmış ve günümüzdeki başlıca kentsel sorunlardan biri haline gelmiştir.
Kentlerin hızlı büyümesiyle, tarihsel kent dokularında ve tarihsel kent merkezleri üzerinde aşağıda özetlenen olgular ortaya çıkmıştır;
• “İmar” adı altında geleneksel dokuya uyumsuz yol açma, imar haklarını arttırma gibi koruma hedefi olmayan, hatta tamamen yıkıp ortadan kaldırmayı amaçlayan planlamalar yapılması,
• Bu planlar doğrultusunda, spekülasyon amaçlı olarak kentlerde geleneksel kent dokularının yıkılarak yerine dokuya aykırı taban alanları ve yükseklikler ile çevreye uyumsuz yeni yapılaşmalar oluşturulması,
• Sit kararı verilmesi ile eski plan uygulamalarının durdurulması, ancak korumaya yönelik planlama ve uygulama çalışmalarının yetersizliği nedeniyle geleneksel dokularda ve tarihsel kent merkezlerinde bakımsızlık, korunamama, köhneleşme, terk edilme ve çöküntü bölgesine dönüşme olgusu,
• Giderek aşırı yapı ve nüfus yoğunlaşması nedeniyle oluşan ulaşım ve otopark sorunları,
• Mülk sahiplerinin geleneksel dokuları terk etmesi ile bu alanlarda oluşan sosyal dönüşüm, gecekondulaşma ve sosyal çöküntü bölgesi niteliği.
Yukarıda saptanan sorunlar yöreden yöreye nitelik değiştirmekle birlikte ülkede genel sorunlar olarak gözlenmektedir. Kentlerin göç alma hızı, gelişme potansiyelleri, geleneksel dokunun niteliği (yapı malzemesi ve dokunun yeni gelişen kent kesimleri ile olan ilişkileri), turizm potansiyeli ve yerel yönetimlerin yaklaşımları her kentte tarihsel ve kültürel çevrenin korunma düzeyini farklı kılmaktadır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası uyarınca “Koruma Amaçlı Planların” Belediyeler tarafından yapılması gerekmektedir. Ancak, gerekli görüldüğünde Belediyeler Kültür Bakanlığı’ndan teknik ve parasal yardım alabilmektedir. Bazı kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya vb) koruma amaçlı planlama çalışmaları, yerel yönetimlerin kendi bünyelerinde oluşturdukları birimler aracılığı ile yapılmış ve halen yapılmaktadır. Bu planlama çalışmaları esnasında, yerel yönetimler teknik yönden yetersiz oldukları için ihale etme ya da proje yarışması açarak koruma amaçlı planlar elde etmektedirler. Bunlara örnek olarak;
Ankara / Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Geliştirme Proje Yarışması (Ankara Büyük Şehir Belediyesi), Ankara Kalesi Koruma Geliştirme İmar Planı Proje Yarışması (Altındağ Belediyesi / Kültür Bakanlığı), Antalya / Kalekapısı Çevre Düzenleme Yarışması, Gaziantep Hanlar Bölgesi Kentsel Tasarım Yarışması, Gebze Tarihi Kent Dokusu Düzenleme Yarışmaları verilebilir.
Kültür Bakanlığı, 1970’lerin başından buyana, 1710 Sayılı Eski Eserler ve 2863 – 5226 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasaları uyarınca geleneksel dokularda ve arkeolojik alanlarda saptama, belgeleme (tesbit ve tescil) ve sit alanlarının sınırlarını belirlemek işlevini sürdürmektedir. Bu alanların planlanmasına ilişkin çabalar birkaç özel örnek dışında (Kapadokya, Pamukkale, Bodrum gibi) 1980’lerin sonuna kadar etkin olamamıştır. 1980’lerin sonunda Kültür Bakanlığı geç de olsa bir atılım yapmış, yasa ile Yerel Yönetimlere bırakılmış olan koruma amaçlı planlama çalışmalarını ihale yöntemi ile başlatmıştır.
Bu ihaleler ile yapımı tamamlanmış ve halen sürmekte olan projeler bulunmaktadır. Ancak bu projelerin tamamlanması çok uzun sürmekte, bazıları da Belediye ya da müellif tarafından dava konusu edilmekte ve yarım kalmaktadır.
Tarihsel çevre koruma alanlarının bir kısmı da “Özel Çevre Koruma Alanları” ve “Milli Park” sınırları içine kaldığından (Ürgüp, Göreme, Patara, Xanthos, Pamukkale, Dalyan, Göcek gibi) çok başlı bir planlama ve uygulama yönetimi söz konusudur. Bu nedenle, bu alanlarda planlama yapma ve yaptırma yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı “Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü” ile “Özel Çevre Koruma Kurumu” ndadır. Bu alanlarda yer alan arkeolojik ve kentsel sit alanlarında yapılacak uygulamaya ilişkin onama yetkisi de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile özerk olduğu varsayılan (!) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Bölge Kurullarındadır.
Bu iki kurum arasındaki çatışmaya yörenin esas sahibi olan yerel yönetimler (valilik, belediyeler, köy tüzel kişilikleri) de katılınca ortaya çözülmesi güç bir karmaşa çıkmaktadır. Koruma amaçlı planın kimin tarafından yapılacağı, kimin tarafından onanacağı ve hangi etabın kim tarafından uygulanacağı hakkında sonu gelmez yazışmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. Buna en güzel örnek Kapadokya, Pamukkale ve Patara’daki güncel uygulamalardır. Bu örneklerin her birinin detayda incelenmesi koruma politikalarının günümüzdeki acıklı, hatta trajik komik durumunu ortaya koymaktadır.
Sorunlar bununla da bitmemektedir. Bir kurumun yaptığını öbürü beğenmemekte, koruma alanları yazboz tahtasına dönmektedir. Böylece zaten kısıtlı olan kaynaklar da heba edilmektedir.
II. ARKEOLOJİK SİT ALANLARINDAKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
• Arkeolojik sit alanlarında sınırlar belirsizdir ve sürekli değişkenlik göstermektedir, Koruma kurulu kararlarıyla I., II. ve III. Derece Arkeolojik sit alanları arasında kaydırmalar ve değiştirmeler yapılmakta, bu da kişiler arasında bu kararların değişebilir olduğu düşüncesini getirmektedir. Bu nedenle, bilimsel çalışmalara dayalı sınır saptamalarının bir kez yapılması, yeni bilgi ve belgelere, buluntulara dayalı olmadan bu sınırlarda değişiklik yapılmaması gereklidir,
• Arkeolojik sit alanlarının bazılarında çevre denetimi tam değildir, girişler kontrol altına alınmamıştır ve tam bir başıbozukluk hakimdir. Bu durum da kaçak kazılara ve eski eser hırsızlıklarına yol açmaktadır. Arkeolojik sit alanlarının ve ören yerlerinin, höyük ve tümülüslerin çevre denetiminin sağlanması, çit ile çevrilmesi ve önemli olanlarına bekçi denetimi getirilmesi gereklidir.
• Arkeolojik alanların korunmasına yönelik planlama çalışmaları ya yetersizdir, ya da hiç yoktur. Bergama, Perge, Pamukkale, Efes, Patara vb antik kentlerin korunmasına yönelik koruma amaçlı planlama çalışmaları ancak son yıllarda gündeme gelebilmiştir. Bu planlama çalışmalarının ve alt ölçekli proje paketlerinin bir an önce tamamlanması, politik ve kurumlar arası çekişmelerin bir tarafa bırakılarak bilimsel çalışmalarla planlama ve projelendirmelerin yapılması gerekmektedir. Ülke genelinde önceliklerin saptanması ve buna göre planlama ve yatırımların yönlendirilmesi gerekmektedir.
• Yerel yönetimlere bırakılmış kontrol ve koruma mekanizmaları parasal ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle yetersizdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı yeterli denetimi yapamamakta ve yeterli desteği sağlayamamaktadır. Merkezden tüm alanların denetimi, bakımı ve onarımı olanaksızdır. Bu nedenle, önemli alanlarda yerel bürolar oluşturulması, teknik ve parasal olanaklarla donatılacak bu büroların etkin planlama, projelendirme ve uygulama yapmasının sağlanması gereklidir.
• Arkeolojik alanlara ve ören yerlerine giriş düzenlemeleri, tur güzergâhı düzenlemeleri, dinlenme ve servis noktaları düzenlemeleri genellikle çok yetersiz, ilkel ve bilimsellikten uzaktır. Turizme açılan birçok ören yerinde bu yetersizlikler gözlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle tip projelerle (tuvalet, giriş yeri, danışma, dinlenme noktası, hediyelik eşya satış üniteleri vb), daha sonra da yöreye özgü mimari tasarımlarla uygulamaya girecek tasarımlar elde edilmelidir. Bu tasarımlar için yarışmalar yolu ile proje elde edilmesi de önemli sonuçlar verebilecektir.
• Kaçak kazıların önlenmesi, yurt dışına kaçırılan eski eserlerin geri getirilmesi, kazıların denetimi ve bulunan eserlerin sergilenmesi her biri başlı başına zorlu ve uğraş gerektiren konulardır. Var olan müzelerin geliştirilmesi, antik kentlerin açık hava müzeleri olarak sergilenmesine yönelik çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yerel Yönetimlerin ortaklaşa çalışmalarını gerektiren konulardır.
III. KENTSEL SİT ALANLARINDAKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
• Arkeolojik sit alanlarında gözlenen, sınır değişmeleri, tescile alınma/tescilden düşme, plansızlık, denetimsizlik ve benzeri sorunlara kentsel sit alanlarında da rastlanmaktadır.
• Bütün bunların yanı sıra; ülkemizdeki hızlı nüfus artışı ve kentleşme, kırdan kente göç olgusu, kentlerin plansız büyümesi, arsa spekülasyonu kentin korunması gerekli konut dokusu üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkiler yapmaktadır. Kent merkezlerinde yer alan tarihsel kent merkezleri ve geleneksel kent dokuları, kentin hızlı büyümesi, yoğunluk artışı ve çok katlı olarak yıkılıp yapılaşmalardan etkilenmekte, geleneksel kent dokuları tüm çabalara ve yasal sınırlamalara rağmen yer yer yok olmaktadır.
• Kentsel ölçekte (doku ölçeğinde) koruma olgusunun ülkemizde gecikerek ele alınması, İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir, Konya, Kayseri gibi pek çok kentimizin pitoresk görünümlerini kaybetmesine neden olmuştur. Gecikerek de olsa 1980’lerden sonra korumaya yönelik planlama ve projelendirme çalışmaları yaygınlaşmıştır. Yetkilerin yerel yönetimlere verilmesi sonrasında ise birçok yerel yönetim kendi kentlerine sahip çıkmaya başlamış, koruma amaçlı planlama çalışmalarına girişmişlerdir.
• Son yıllarda “Tarihi Kentler Birliği” ve ÇEKÜL Vakfı’nın çabalarıyla koruma konusunda belirli bir bilinçlenmenin başladığı ve bazı kentlerin kendi aralarında koruma konusunda yarıştıklarını söylemek mümkündür.
• Ancak, gene de bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek olası değildir. Turizmin de etkisi ile belirli bir tarihi çevre koruma bilincinin oluştuğu söylenebilir. Kültür Bakanlığı’nın ancak 1990’ların başından itibaren koruma amaçlı planlama çalışmalarını başlatması, ne kadar gecikmiş olunduğunun bir göstergesidir. Önemli olan Koruma Planı yapmak değil onun uygulanmasına yönelik bir takım organizasyonel ve parasal önlemleri almak ve uygulamaktır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sürekli değişken politik kararlara bağımlı bu günkü yapısı ile bunun olabileceğini düşünmek olası değildir. Ne yazık ki, Koruma Kurul üyelerini görevden alarak, başka yerlere sürerek ya da sürekli olarak yerlerine “Bilimsel Koruma” konusunda bilgisiz ve uzmanlaşmamış kişileri atayarak oluşturulmakta olan bir “KAOS” ortamında, yakıp yıkmak isteyenleri, spekülatörleri koruyan kararların yaygınlaştığı gözlenmektedir.
IV. SÜRDÜRÜLEBİLİR KORUMAYA YÖNELİK GÖRÜŞ VE ÖNERİLER
Ülkemizde binlerce yılda oluşmuş tarihsel ve kültürel varlıkların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusunda on yıllardır süregelen ihmal ve yağmanın sonucunda gelinen nokta bu varlıkları tümüyle olmasa bile büyük kısmını kaybetme noktasıdır. Buna önlem alması gerekli yerel ve merkezi yönetimin bugün bu konularda yetersizlikleri gözlenmektedir. Her aydına düşen çaba da kültürel ve tarihsel değerlerin korunması çabalarında aktif yer almaktır.
Turizmin tarihsel çevreyi ve özellikle taşınmaz (intengible) kültürel değerleri yıprattığı, yozlaştırdığı muhakkaktır. Bunun en çarpıcı örneklerini Bodrum, Side, Marmaris, Antalya gibi kitle turizminin yoğun olduğu yörelerde görmek olasıdır.
Ancak, gelişmekte olan, turizm rekabeti az olan Beypazarı gibi yörelerde ise turizmin itici, kalkınmayı sağlayıcı rolünü de görmek gereklidir.
Önemli olan "Koruma Planları" ile hem taşınır kültür varlıklarını hem de sosyo-kültürel, folklorik değerleri koruma altına almaktır.
Taşıma kapasitesi belirleyerek yığılmayı önlemek, merkeze olan talebi başka yörelere yönlendirerek (desantralize ederek) çevrede yeni odaklar yaratmak gibi politikalar geliştirilmelidir.
Safranbolu, Beypazarı, Kaş, Amasra gibi yerleşimler kültürel turizmi geliştirmeselerdi belki de bu kadar korunamayacaklardı. Ancak önemli olan bu yerleşmelerde arsa ve konut spekülasyonunu dizginlemek, koruma ve sağlıklaştırma plan ve projelerini hassasiyetle uygulamak, halkı bu konularda uyaracak sivil toplum kuruluşlarını geliştirmek, taşınmaz kültürel değerleri ortaya çıkararak (yemek, müzik, folklor, giyim-kuşam, el zanaatları, halıcılık, kilim vd) koruma altına almak, patent alarak tanıtmak, geliştirici önlemler almaktır.
Atalarımızdan bize miras kalan bu tarihi ve kültürel mekânların korunması konusunda yönelik çağdaş anlamda geçerli ve tutarlı bir “koruma politikası”nın ortaya konması çok önemlidir. Son düzenlemelere rağmen ulusal mevzuatın güncel ve uygulanabilir şekilde yeniden düzenlemesine ihtiyaç vardır. Tarihi ve kültürel çevre değerlerin korunması konusunda yasal ve yönetsel kargaşa giderilememiştir. Koruma konusunda yapılan yasal, yönetsel düzenlemeler ve uygulamaya yönelik olarak alınan kararlar sürekli değişmektedir. Bu kargaşanın giderilmesinin önemi büyüktür.
Bu bildirinin kısıtlı çerçevesi içinde taşınır ve taşınmaz kültürel varlıklarımızı korumaya yönelik olarak “Sürdürülebilir Koruma Politikaları” olarak nitelendirebilen aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir.
1. Tarihsel çevreler, geleneksel konut dokuları, “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı doğrultusunda sadece kültürel varlıklarımız olarak değil, birer konut stoğu olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
2. Bu doğrultuda, sadece koruma değil, sağlıklaştırma ve yenilemeyi de içeren planlama ve projelendirme çalışmaları yapılmalıdır.
3. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın günümüzdeki bürokratik, ağır işleyen, iş yapamayan, teknik olarak zayıf niteliği mutlaka iyileştirilmelidir. Bakan’a, Müsteşar’a ya da Genel Müdür’e göre günden güne değişen politikalar yerine uzun vadeli, ülke kaynaklarını ve önceliklerine göre saptanan politikalar oluşturulup uygulamaya konmalıdır.
4. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yerel birimleri olan Koruma Kurulları ve Büro Müdürlükleri günümüzdeki edilgen, hantal, sorunları çözemeyen, korumayı geciktiren yapılarından kurtarılarak, etkin, teknik ve parasal donanımlı, aktif mekanizmalar haline getirilmelidir.
5. Koruma konusunda yasalardaki ve örgütsel yapıdaki çok başlılık mutlaka önlenmelidir. Yetki ve sorumluluk dağılımı yeniden gözden geçirilerek tek bir “Kent ve Çevre Koruma Yasası” oluşturulmalıdır.
6. Yerel Yönetimlere (Belediye ve İl Özel İdareleri) yönelik teknik ve parasal destek arttırılarak ve yaptıkları hizmetler denetlenerek, yerinde koruma ve geliştirme politikaları uygulanmalıdır. 14.07.2004 tarihinde kabul edilen 5226 Sayılı Yasa ile getirilen destekler uygulamaya konmalı, KUDEB’ler oluşturularak uygulamada teknik ve parasal destek sağlanmalıdır.
7. Yörede yaşayan halkı tarihsel çevre konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek, onların koruma konusuna olumlu katkı ve katılımlarının sağlanması en önemli uygulama aracı olarak görülmektedir. Çocuk yaştan başlayarak ülkedeki kültür çeşitliliğinin ve kültür varlıklarının öğretilmesi, tanıtılması ve sevdirilmesi büyük önem taşımaktadır.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ,GELENEKSEL TÜRK EL SANATLARI BÖLÜMÜ TARAFINDAN, 16-18 KASIM 2006 TARİHİNDE İZMİR'DE DÜZENLENEN "ULUSLARARASI GELENEKSEL SANATLAR SEMPOZYUMU" NDA SUNULMUŞ VE YAYINLANMIŞTIR.
Etiketler:
Tarihsel Çevre Koruma Politikaları
23 Şubat 2010 Salı
KENT ve SU
Su Kıyısı kentler ve Kentsel Tasarım
I. AMSTERDAM
1600’lerin başlarında bir su ve kanallar kenti olarak planlanmış Amsterdam kenti, insan-kent-su ilişkisinin en canlı ve sağlıklı olduğu bir dünya kentidir.
ŞEKİL 1. AMSTERDAM
Kaynak : http://www.davidruiz.eu/photoblog/images/20060530174958_amsterdam.jpg
İç içe geçmiş dairelerden oluşan Kent 17. ve 18. yüzyılların çok zangin cepheler içeren mimarisi ile günümüzde Avrupa’nın sanat ve kültür başkenti niteliğindedir.
ŞEKİL 2. AMSTERDAM’DA YOL VE KANAL SİSTEMİ
Kaynak : http://homepages.cwi.nl/~steven/amsterdam.gif
Planda görüldüğü gibi; su yolları ulaşımını otobüs, tramvay ve metro sistemleri tamamlamaktadır. Amsterdam’da 600’den fazla köprü bulunmaktadır. Kanallar üzerinde ulaşım (yaya-taşıt) köprüler ile yapılır.
Resim 1 : "Staalstraat" (Steel Street/Çelik Caddesi). Kloveniersburgwal üzerindeki Açılan Köprü
Kaynak : http://photos.im/gallery/ec07-03/EC07-03AA-106-WEB700.jpg
Resim 2 : 1648 Tarihli De Magerebrug (the Lean) veya Skinny Köprüsü
Kaynak :http://www.simplygroups.co.uk/images/Skinny%20Bridge%20LR1.JPG
Skinny Köprüsü Amstel Nehrini birleştiren birçok büyük köprüden biridir. Resim 2’de köprünün güneyinden çekilen bu fotoğrafta köprünün açılır mekanik bölümü görülmektedir.
Amsterdam’da kanalların iki kenarında mimari olarak çok zengin (Barok, Art Noveu, Modern) bir yapılaşma oluşmuştur.
Resim 3 : Keizersgracht Köprüsü ve Kanal Kenarı Mimari Örnekler
Resim 4 : Amsterdam Kanallar Üzerindeki Köprüler
Resim 4’de görüldüğü gibi nehir ve kanalların her iki kıyısında yaya ağırlıklı yollar ile bisiklet yolları kullanımı çok yaygındır.
Amsterdam’da İstasyon çevresi restore edilmiş ve “Coffee House” olarak kanalda motor turu yapanlara hizmet vermektedir. Kanal turu, turizmin en ilgi çekici noktalarındandır.
Kanal ve su yolları aynı zamanda ulaşım ve gezinti için idealdir. Yaya / taşıt trafiği su yolları ile bütünleşecek şekilde planlanmalıdır.
Su yolları sadece ulaşım/dolaşım için değil, yük nakliye amaçlı da kullanılmamakta, bunun için gerekli yanaşma, boşaltma olanakları sağlanmaktadır. Kanal derinliği sürekli dip taraması ile, belirli tonajlı gemilerin ulaşımına olanak sağlayacak şekilde tutulmaktadır.
ŞEKİL 3. 18.YY.DA AMSTERDAM
Kaynak : http://www.raremapsandbooks.com/index.php?main_page=product_info&products_id=3897
II. VENEDİK
Venedik, Amsterdam, Viyana gibi kentler daha çok yayalar için tasarlanmış kentlerdir.
Deniz ortasında adalar üzerine kurulmuş, kanallar ile ulaşım yapılan rüya şehirdir Venedik.
Yüzyıllardır su ile yaşamın içiçe olduğu; tarih,kültür ve sanat şehridir. Venedik; San Marco Meydanı’ndan başlayan ve Büyük Kanal (Canal Grande) ile kent içine dağılan bir su sistemine sahiptir. Kent içine araç sokulmamakta tamamen yaya, bisiklet ve su ulaşımını sağlamaktadır. Kanallarda gondollar, küçük tekne ve motorlarla ulaşım sağlanmaktadır.
Venedik’te de 400’den fazla köprü 114 farklı kanalı birleştirmektedir.
ŞEKİL 4. VENEDİK KENTİ HAVA FOTOĞRAFI
Kaynak : http://www.geoeye.com/CorpSite/gallery/detail.aspx?iid=113&gid=11
ROMA
2500 Yıllık tarihi ile bir dünya başkenti! Zengin bir tarih,kültür ve sanat şehri....
Kentleşme,mimarlık,sanat,kültür kökenleri bu kentte atılmıştır. Kent içinde akan Tiber (Tevere) nehri zengin kıyı kullanımı ve gemi şeklindeki adası ile Roma’ya pek çok şey katmıştır. Antik köprü ve eserler bugün bile ayaktadır. Tiber’in alüvyonları ile oluşmuş “Tiber Island” hastahanesi ile ünlüdür. Kıyı boyu perde ağaçlandırılması, yaya ve trafik köprüleri nehrin aktif olarak kullanımını sağlamaktadır. Nehir kıyısı boyunca yürüyüş yolları “promenad”lar yayalara zengin olanaklar sağlamaktadır.
Roma, arkeolojik ve tarihi eserleri ve Tiber nehri üzerindeki tarihi köprüler, su peyzajına sanatsal katkılarda bulunmaktadır. Nehir kıyısı tamamen denetim altına alınmıştır. Ana yaya aksları, havuz ve heykellerle süslü meydanları nehre bağlayan bir sistem oluşturulmuştur.
ŞEKİL 5. ROMA ve TİBER NEHRİ
Kaynak : http://www.tevereterno.it/wordpress/?page_id=868
BELÇİKA
Belçika ve Hollanda, insanın suya karşı savaşını ve onu kendi amaçları doğrultusunda kullanımın gerçek birer örneğidirler. Kuzey denizine doğru batak ve kumul alanlar kazanılarak, 80 millik bir alanda çeşitli kentler ve en önemli ithalat limanı olan Knokke ve Zeebrugge kurulmuştur.
Günümüzde Belçika, diğer birçok Avrupa ülkesi gibi kanal ve nehir sistemi ile donatılmıştır. Tarama ve dolgu yöntemleri ile kanal ve mendirek yapım teknolojisi doğaya karşı geliştirilmiş, doğanın vahşi su gücü yararlı hale getirilmiştir. Su yolları, otoyollar gibi kullanılmaktadır.
Kıyı kenarı düzenlemesi ve mendirek yapımında kullanılan beton bloklar ve kullanımı suya karşı kent ve toprakları korumaktadır.
ŞEKİL 6. ZEEBRUGGE ŞEHRİ
Kaynak: http://www.skyscrapercity.com/showthread.php?t=1326597
MOSKOVA
Sovyetler birliği başkenti Moskova,doğu bloğunda kent ve nehir ilişkisine iyi bir örnektir.
Radial plana göre gelişmiş kentin, merkez ve ana odak noktası “ Moskova” nehri olmuştur.
Kent kanallar çevresinde ve nehir boyunca gelişmiş ve nehir kentin en önemli ulaşım ve dinlenme mekânı olmuştur.
Kent merkezinden geçen “Moskva” nehri, köprüler ile bağlanmış, çeşitli rıhtım ve setlerle su sporları/ rekreasyona ve ulaşıma olanak sağlamıştır.
Açık alanlar ve yeşil alanlar sistemi, orman - park koruma kuşağından başlar ve kenti sürekli bir yeşil alanlar sistemi olarak keser nehir bu sistemin en önemli odak noktasıdır.
Wıntelsbacher krallarının 650 sene hüküm sürdüğü ve birbirinden güzel mimari eserlerle süslü bir “Bavyeral” kenti Münih “yaşamak ve yaşatmak”, Münihlilerin parolasıdır. Şenlikler, karnaval (fasching) kültür ve sanat olayları......
Bira bahçeleri İsar nehri kenarında yer alır. Englıicher Garten (İngiliz bahçesi) Deutsches Museum (Alman Müzesi) ve bir çok park/anıtsal yapı nehri süslememektedir.
Munih’te de nehir ve kentsel yeşil alanlar birbirini bütünlemektedir. Kent merkezi ile yeşil iç içe yaşar ulaşımda yaya / taşıt / tramvay / su sistemleri kullanılır.
PARİS
“PARİS BİR ŞENLİKTİR”. KÜLTÜR, SANAT, TİCARET KENTİ PARİTE SEN NEHRİ GECE VE GÜNDÜZ MERKEZ İŞLEVİNİ SÜRDÜRMEKTEDİR.İKİ KIYIDA CAFELER, LOKANTALAR, PARKLAR VB.İLE SÜSLENMİŞ CANLI BİR KENTSEL NEHİRDİR.
PARİSTE SEN NEHRİ, ROMANTİZMİN VE AŞIKLARIN NEHRİDİR. AYNI ZAMANDA CANLI BİR YAŞAM VE TİCARET AKSIDIR. SEN NEHRİ BİR TARİH NEHRİDİR, ORTASINDAKİ ADADA NOTRE- DAME KİLİSESİ, ADALET SARAYI YER ALIR.KENT İLE YAYA, MEYDAN ULAŞIM İLİŞKİLERİ KURULMUŞTUR.MERKEZ NEHİR İLE HAVA VE NEFES ALMAKTADIR. NEHİR TURLARI, NEHİR KENARI SANAT OLAYLARI VE “CAFE” LER SEN NEHRİNİ PARİS YAŞANTISI İÇİNDE ÖNEMLİ BİR ODAK NOKTASI KILMAKTADIR.
THAMES NEHRİ İKİ KIYISINDA LONDRANIN EN ÖNEMLİ İDARİ, KÜLTÜREL VE TİCARİ YAPILARI YERALMAKTADIR.NEHİR LONDRA İÇİN BULUNMAZ BİR DİNLENME OLANAĞI SAĞLAMAKTADIR.NEHİR KIYILARI AYNI ZAMANDA SAKİN SESSİZ BİR YERLEŞİM İÇİN İDEALDİR.
“LONDON DOCKLANDS” PROJESİ, THAMES NEHRİ KENARINDA 2020 YILI İÇİN LONDRAYA YENİ BİR KENT MERKEZİ OLUŞTURMAYI AMAÇLAR.
THAMES DOKLARI, 1700’LERDEN GÜNÜMÜZE LONDRANIN EN ÖNEMLİ TİCARİ ULAŞIM BAĞLANTISI OLMUŞTUR.1955’LERE KADAR KULLANILAN DOKLAR, YENİ LİMANIN YAPILMASIYLA TERKEDİLMİŞ BİR ÇÖKÜNTÜ.ALANI HALİNE GELMİŞTİR.
“GREENLAND DOK”U LONDON DOCKLANDS DEVELOPMENT CORPORATION TARAFINDAN YENİ BİR KENT MERKEZİ OLARAK PLANLANMIŞTIR.
TİCARET,KÜLTÜR, KONUT FONKSİYONLARI SU İLE BÜTÜNLEŞECEK ŞEKİLDE YER ALACAKTIR.
SU VE YEŞİLİN BİR ARADA YERALDIĞI YAT LİMANI İLE BÜTÜNLEŞEN BİR TASARIM, YAYA AĞIRLIKLI VE SU ULAŞIMINA DAYALI BİR YERLEŞİM PLANI GERÇEKLEŞTİRİLİYOR.PLAN AMAÇLARI; ÇAĞDAŞ YAŞANABİLİR BİR KENTSEL ÇEVRE OLAN “GREENLAND DOCK”U PLAN MAKETİNİN THAMES NEHRİNDEN GÖRÜNÜŞÜ..
“CHARING CROSS”TAN “ISLE OF DOGS” A 20 DAKİKADA ULAŞIM ŞEHİR TRAFİĞİNDE MÜMKÜNMÜ?
KENT İÇİN YENİ BİR “SU ŞEHRİ” YARATILMAKTADIR.
LONDRA THAMES NEHRİ TAŞKIN ALANLARI
NEHİRLER HERZAMAN İNSANLARA KARŞI DOST OLMAMIŞLARDIR.ZAMAN ZAMAN BÜYÜK FELAKETLERE NEDEN OLAN SEL, TAŞKIN GİBİ AFETLER GÖRÜLMEKTEDİR.
KENTLERİ KORUMAK İÇİN PEK ÇOK ÖNLEM ALINABİLİR.BARAJLAR, SETLER,DRENAJ KANALLARI, KİLİT SİSTEMLERİ, TAŞKIN SETLERİ GİBİ.
LONDRA THAMES BARRIER’I MODERN TEKNOLOJİNİN ESERİ OLARAK KENTİ KORUMAKTA, NEHİR SUYUNU DENETİM ALTINA ALARAK, ÇEVRESİNDE EMNİYETLİ BİR YAŞAMA İZİN VERMEKTEDİR.
BU BÖLÜM “ NOSTALJİK” DEĞİL, GEÇMİŞTEN ALINACAK DERSLERİ GÖSTEREN “GERÇEKÇİ” BİR ANLAYIŞLA HAZIRLANMIŞTIR.
İNSAN TARİHTEN DERS ALMALIDIR.YIKIP YOKETTİKLERİMİZİ BİLMELİ PLAN VE UYGULAMALARDA BUNU “ONARACAK” ŞEKİLDE DAVRANMALIYIZ.
BELEDİYELER, KAMU “ÇEVRE DUYARLILIĞI”NI HALKA YAYMADA EN ETKİLİ KURULUŞLAR OLMALIDIR.
İSTANBUL
YANLIŞ VE ÇİRKİN YAPILAŞMA KANALİZASYON SİSTEMİ VE ARITMANIN BULUNMAYIŞI, SANAYİ GİBİ DİĞER ÇEVRE KİRLETİCİ KULLANIMLARIN SU ÇEVRESİNDE BULUNMASI; EREZYONA ENGEL OLACAK TEDBİRLERİN ALINMAMASI HERŞEYDEN ÖNCE SUYA MADDİ ÇIKAR KAYGISI İLE YAKLAŞILMASI, AKARSU VE DENİZLER İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKELERDİR.DOĞA YOK OLURKEN İNSANI BERABERİNDE YOKETMEKTEDİR.
KÜÇÜKSU
18-19 YY’DA İSTANBUL KAĞITHANE VE KÜÇÜKSU DERELERİ, MESİRE YERLERİ OLARAK ÜNLÜ LALE DEVRİNE SAHNE OLMUŞLARDIR. SU MOTİFİ BU DÖNEMDE ZENGİN VE BÜYÜK ÖLÇÜDE KULLANILMIŞ, ÜZERİNE ŞELALE, KÖŞK, KASR, ÇEŞMELER İNŞA EDİLMİŞTİR.
KAĞITHANE
KAĞITHANE DERESİ 28 M. GENİŞLİK VE 1100 M. UZUNLUKTA BİR KANAL BİÇİMİNE SOKULARAK ÜZERİNDE TÜRK MİMARI TARZI İLE ÇEŞİTLİ YAPILAR İNŞA EDİLMİŞTİR.
PROF. SEDAT H. ELDEM’E GÖRE, SADABAD VE ÇAĞLAYANLAR HİÇBİR YABANCI ETKİ ALTINDA KALMADAN, TAMAMEN TÜRK GELENEK, ÜSLUP VE ZEVKİ İLE İNŞA EDİLMİŞTİR. İLK KURULUŞ, III. AHMET ZAMANI (1723) OLMUŞ, NEDİM ÜNLÜ “KASİDE DER VASFI SADABAD” INI BU DEVİRDE YAZMIŞTIR.
DERENİN SULARI “ ÇADIR KÖŞKÜ” ÖNÜNDE, KANAL İÇİNE İNŞA EDİLMİŞ İKİ BEND ÜZERİNDEN AKARAK ÇAĞLAYANLAR OLUŞTURUR.BÜYÜK BİR HAVUZDA TOPLANIR.BUNU SAĞLAMAK AMACIYLA BİR ÇOK SU YOLLARI, GALERİ, HAZNELER İNŞA EDİLMİŞTİR.ANCAK BAKIMSIZLIKTAN KISMEN YOKOLMUŞTUR.
II. MAHMUD ZAMANINDA (1806-1816) SADABAD SARAYI YENİLENMİŞ KÖŞK. KASR VE KAMERİYELER İNŞA EDİLMİŞ, TÜRK BAHÇESİ YENİDEN DÜZENLENMİŞTİR.
TÜRKLERDE, SU VE YEŞİLİN BİRARADA ZENGİN BİR ŞEKİLDE KULLANILMASINA EN İYİ ÖRNEK SA’DABADDIR. MİMARİ SU VE YEŞİL PEYZAJ İLE MÜKEMMEL OLARAK BÜTÜNLEŞMİŞTİR.
SULTAN ABDÜLAZİZ 1862 –1863 YILLARINDA SA’DABAD’I YENİDEN İNŞA ETTİRMİŞTİR. ÇAĞLAYAN KASRI ADI İLE ANILMAKTADIR.BİNANIN YARISI DOĞRUDAN DOĞRUYA SUYUN ÜZERİNE OTURUR.
İSTANBUL BOĞAZİÇİNDEKİ PEKÇOK YALIYI ANDIRAN ÇAĞLAYAN KASRI, AKARSI KULLANIMI, DOĞA VE YEŞİLE SAYGININ BİR ÜRÜNÜYDÜ... MİMARİ CEPHE KARAKTERİ VE ORANLARI İNSAN ÖLÇEĞİNİ AŞMAMIŞ, ÇEVRE İLE UYUMLU OLMUŞTUR.
KAYIKLARLA GELİNEN VE ATLARLA GEZİ YAPILAN MESİRE YERLERİ VE KÖŞKLER, DEVRİN DİNLENME VE EĞLENCE ANLAYIŞINA UYGUN TASARLANMIŞLARDIR.
İSTANBUL, BOĞAZİÇİ HALİÇ,DERE VE AKARSULARI İLE YÜZYILLARCA İÇİÇE, BARIŞ VE UYUM İÇİNDE YAŞAMIŞ, DOĞA TAHRİP EDİLMEDEN, TEMİZ VE BAKIMLI TUTULMUŞTUR. ANCAK, 1950 SONRASI AŞIRI KENTLEŞME PEKÇOK ŞEYİ YOKETMİŞTİR.
İSTANBUL, YALI VE KÖŞLERİ YANIP YIKILMIŞ, YERİNİ BETON BLOKLAR ALMIŞ, DENİZ, AKARSU, HAVA KİRLENMİŞTİR.HALİÇ VE KAĞITHANE DOLMUŞ.” ALTIN BOYNUZ” YOKOLMUŞTUR.BUNLARIN ESKİ HALLERİNİ ALMALARI PEK GÜÇ VE MASRAFLIDIR.ANCAK,İMKANSIZ DEĞİLDİR... ELİMİZDE SON KALAN DOĞA PARÇALARINI ÇOK DUYARLI VE PLANLI YAKLAŞIMLARLA KORUMAK VE DEĞERLENDİRMEK GEREK.BİLİNÇLİ DOĞA KORUMAK, İNSANI KORUMAK DEMEKTİR.İNSAN DOĞANIN BİR PARÇASIDIR.UYUM İÇİNDE YAŞAMAYI ÖĞRENMELİ, ONAKATKIDA BULUNMALIDIR.DOĞAK KAYNAKLARIN BİLİNÇLİ KULLANIMI, PLANLI PLANLI BİR YAKLAŞIM İLE MÜMKÜNDÜR.ANCAK, PLAN VE UYGULAMALARIN ÇOK DİKKATLİ,SU YEŞİLİ KORUYACAK ŞEKİLDE YAPILMASI GEREKİR.
AĞAÇ KESİMİ BETONLAŞMA DOĞAL YAPININ BOZULMASINA NEDEN OLMAKTADIR. SU KİRLENMESİ,KOKUŞMA VE BALIKÇILIĞIN ÖLÜMÜ DEMEKTİR.PLAN VE UYGULAMA, KORUMAYA YÖNELİK, DOĞAYI DEĞERLENDİRMEYE YÖNELİK OLURSA GELECEK KUŞAKLARDA BU GÜZELLİKLERDEN YARARLANABİLİR.
KENT VE YERLEŞİMLER DOĞANIN KALDIRABİLECEĞİNDEN FAZLA, AŞIRI NÜFUS YIĞILMALARINA SAHNE OLDUKLARI ZAMAN “ ÇEVRE SORUNLARI” ORTAYA ÇIKMAKTADIR. SU,TOPRAK, HAVA KİRLENMESİ, BETONLASMA, TARİHİ VE DOĞAL YAPININ YOKOLMASI... AŞIRI YOĞUNLAŞMAYA ENGEL OLACAK, DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BİR KENTLEŞME DOĞAL VE TARİHİ ÇEVRENİN KORUNABİLMESİNE OLANAK VERİR.
KÜÇÜKSU MESİRESİ, ROMA, BİZANS, OSMANLI DÖNEMLERİNDE BİNLERCE YIL YAŞAMIŞ, GEZİNTİ, PİKNİK, EĞLENCE YERİDİR. TARİHÇİ HAMMER” KÜÇÜKSU, VİYANA’NIN CENNET GİBİ KAHLENBERG ETEKLERİNDEN ÇOK DAHA GENİŞ VE GÜZELDİR DİYEREK TARİHÇİLİĞİ BIRAKIP ŞAİRLİK ETMİŞTİR. DÜNÜN İSTANBULU, DOĞA AŞKI, İNSANCILIĞI VE MEDENİYETİ İLE DÜNYAYA ÖRNEK OLMUŞTU.
ÇEVRE, DOĞAL VE TARİHİ ÇEVRE BİR BÜTÜNDÜR. BİZLER DÜNYANIN HAKİMİ DEĞİLİZ, ATALARIMIZDAN KALMADI, ÇOCUKLARIMIZDAN, TORUNLARIMIZDAN ÖDÜNÇ ALDIK... ONU GELECEĞE DAHA GÜZEL, YAŞANABİLİR BIRAKMAK GEREK.. ELBİRLİĞİYLE...
I. AMSTERDAM
1600’lerin başlarında bir su ve kanallar kenti olarak planlanmış Amsterdam kenti, insan-kent-su ilişkisinin en canlı ve sağlıklı olduğu bir dünya kentidir.
ŞEKİL 1. AMSTERDAM
Kaynak : http://www.davidruiz.eu/photoblog/images/20060530174958_amsterdam.jpg
İç içe geçmiş dairelerden oluşan Kent 17. ve 18. yüzyılların çok zangin cepheler içeren mimarisi ile günümüzde Avrupa’nın sanat ve kültür başkenti niteliğindedir.
ŞEKİL 2. AMSTERDAM’DA YOL VE KANAL SİSTEMİ
Kaynak : http://homepages.cwi.nl/~steven/amsterdam.gif
Planda görüldüğü gibi; su yolları ulaşımını otobüs, tramvay ve metro sistemleri tamamlamaktadır. Amsterdam’da 600’den fazla köprü bulunmaktadır. Kanallar üzerinde ulaşım (yaya-taşıt) köprüler ile yapılır.
Resim 1 : "Staalstraat" (Steel Street/Çelik Caddesi). Kloveniersburgwal üzerindeki Açılan Köprü
Kaynak : http://photos.im/gallery/ec07-03/EC07-03AA-106-WEB700.jpg
Resim 2 : 1648 Tarihli De Magerebrug (the Lean) veya Skinny Köprüsü
Kaynak :http://www.simplygroups.co.uk/images/Skinny%20Bridge%20LR1.JPG
Skinny Köprüsü Amstel Nehrini birleştiren birçok büyük köprüden biridir. Resim 2’de köprünün güneyinden çekilen bu fotoğrafta köprünün açılır mekanik bölümü görülmektedir.
Amsterdam’da kanalların iki kenarında mimari olarak çok zengin (Barok, Art Noveu, Modern) bir yapılaşma oluşmuştur.
Resim 3 : Keizersgracht Köprüsü ve Kanal Kenarı Mimari Örnekler
Resim 4 : Amsterdam Kanallar Üzerindeki Köprüler
Resim 4’de görüldüğü gibi nehir ve kanalların her iki kıyısında yaya ağırlıklı yollar ile bisiklet yolları kullanımı çok yaygındır.
Amsterdam’da İstasyon çevresi restore edilmiş ve “Coffee House” olarak kanalda motor turu yapanlara hizmet vermektedir. Kanal turu, turizmin en ilgi çekici noktalarındandır.
Kanal ve su yolları aynı zamanda ulaşım ve gezinti için idealdir. Yaya / taşıt trafiği su yolları ile bütünleşecek şekilde planlanmalıdır.
Su yolları sadece ulaşım/dolaşım için değil, yük nakliye amaçlı da kullanılmamakta, bunun için gerekli yanaşma, boşaltma olanakları sağlanmaktadır. Kanal derinliği sürekli dip taraması ile, belirli tonajlı gemilerin ulaşımına olanak sağlayacak şekilde tutulmaktadır.
ŞEKİL 3. 18.YY.DA AMSTERDAM
Kaynak : http://www.raremapsandbooks.com/index.php?main_page=product_info&products_id=3897
II. VENEDİK
Venedik, Amsterdam, Viyana gibi kentler daha çok yayalar için tasarlanmış kentlerdir.
Deniz ortasında adalar üzerine kurulmuş, kanallar ile ulaşım yapılan rüya şehirdir Venedik.
Yüzyıllardır su ile yaşamın içiçe olduğu; tarih,kültür ve sanat şehridir. Venedik; San Marco Meydanı’ndan başlayan ve Büyük Kanal (Canal Grande) ile kent içine dağılan bir su sistemine sahiptir. Kent içine araç sokulmamakta tamamen yaya, bisiklet ve su ulaşımını sağlamaktadır. Kanallarda gondollar, küçük tekne ve motorlarla ulaşım sağlanmaktadır.
Venedik’te de 400’den fazla köprü 114 farklı kanalı birleştirmektedir.
ŞEKİL 4. VENEDİK KENTİ HAVA FOTOĞRAFI
Kaynak : http://www.geoeye.com/CorpSite/gallery/detail.aspx?iid=113&gid=11
ROMA
2500 Yıllık tarihi ile bir dünya başkenti! Zengin bir tarih,kültür ve sanat şehri....
Kentleşme,mimarlık,sanat,kültür kökenleri bu kentte atılmıştır. Kent içinde akan Tiber (Tevere) nehri zengin kıyı kullanımı ve gemi şeklindeki adası ile Roma’ya pek çok şey katmıştır. Antik köprü ve eserler bugün bile ayaktadır. Tiber’in alüvyonları ile oluşmuş “Tiber Island” hastahanesi ile ünlüdür. Kıyı boyu perde ağaçlandırılması, yaya ve trafik köprüleri nehrin aktif olarak kullanımını sağlamaktadır. Nehir kıyısı boyunca yürüyüş yolları “promenad”lar yayalara zengin olanaklar sağlamaktadır.
Roma, arkeolojik ve tarihi eserleri ve Tiber nehri üzerindeki tarihi köprüler, su peyzajına sanatsal katkılarda bulunmaktadır. Nehir kıyısı tamamen denetim altına alınmıştır. Ana yaya aksları, havuz ve heykellerle süslü meydanları nehre bağlayan bir sistem oluşturulmuştur.
ŞEKİL 5. ROMA ve TİBER NEHRİ
Kaynak : http://www.tevereterno.it/wordpress/?page_id=868
BELÇİKA
Belçika ve Hollanda, insanın suya karşı savaşını ve onu kendi amaçları doğrultusunda kullanımın gerçek birer örneğidirler. Kuzey denizine doğru batak ve kumul alanlar kazanılarak, 80 millik bir alanda çeşitli kentler ve en önemli ithalat limanı olan Knokke ve Zeebrugge kurulmuştur.
Günümüzde Belçika, diğer birçok Avrupa ülkesi gibi kanal ve nehir sistemi ile donatılmıştır. Tarama ve dolgu yöntemleri ile kanal ve mendirek yapım teknolojisi doğaya karşı geliştirilmiş, doğanın vahşi su gücü yararlı hale getirilmiştir. Su yolları, otoyollar gibi kullanılmaktadır.
Kıyı kenarı düzenlemesi ve mendirek yapımında kullanılan beton bloklar ve kullanımı suya karşı kent ve toprakları korumaktadır.
ŞEKİL 6. ZEEBRUGGE ŞEHRİ
Kaynak: http://www.skyscrapercity.com/showthread.php?t=1326597
MOSKOVA
Sovyetler birliği başkenti Moskova,doğu bloğunda kent ve nehir ilişkisine iyi bir örnektir.
Radial plana göre gelişmiş kentin, merkez ve ana odak noktası “ Moskova” nehri olmuştur.
Kent kanallar çevresinde ve nehir boyunca gelişmiş ve nehir kentin en önemli ulaşım ve dinlenme mekânı olmuştur.
Kent merkezinden geçen “Moskva” nehri, köprüler ile bağlanmış, çeşitli rıhtım ve setlerle su sporları/ rekreasyona ve ulaşıma olanak sağlamıştır.
Açık alanlar ve yeşil alanlar sistemi, orman - park koruma kuşağından başlar ve kenti sürekli bir yeşil alanlar sistemi olarak keser nehir bu sistemin en önemli odak noktasıdır.
Wıntelsbacher krallarının 650 sene hüküm sürdüğü ve birbirinden güzel mimari eserlerle süslü bir “Bavyeral” kenti Münih “yaşamak ve yaşatmak”, Münihlilerin parolasıdır. Şenlikler, karnaval (fasching) kültür ve sanat olayları......
Bira bahçeleri İsar nehri kenarında yer alır. Englıicher Garten (İngiliz bahçesi) Deutsches Museum (Alman Müzesi) ve bir çok park/anıtsal yapı nehri süslememektedir.
Munih’te de nehir ve kentsel yeşil alanlar birbirini bütünlemektedir. Kent merkezi ile yeşil iç içe yaşar ulaşımda yaya / taşıt / tramvay / su sistemleri kullanılır.
PARİS
“PARİS BİR ŞENLİKTİR”. KÜLTÜR, SANAT, TİCARET KENTİ PARİTE SEN NEHRİ GECE VE GÜNDÜZ MERKEZ İŞLEVİNİ SÜRDÜRMEKTEDİR.İKİ KIYIDA CAFELER, LOKANTALAR, PARKLAR VB.İLE SÜSLENMİŞ CANLI BİR KENTSEL NEHİRDİR.
PARİSTE SEN NEHRİ, ROMANTİZMİN VE AŞIKLARIN NEHRİDİR. AYNI ZAMANDA CANLI BİR YAŞAM VE TİCARET AKSIDIR. SEN NEHRİ BİR TARİH NEHRİDİR, ORTASINDAKİ ADADA NOTRE- DAME KİLİSESİ, ADALET SARAYI YER ALIR.KENT İLE YAYA, MEYDAN ULAŞIM İLİŞKİLERİ KURULMUŞTUR.MERKEZ NEHİR İLE HAVA VE NEFES ALMAKTADIR. NEHİR TURLARI, NEHİR KENARI SANAT OLAYLARI VE “CAFE” LER SEN NEHRİNİ PARİS YAŞANTISI İÇİNDE ÖNEMLİ BİR ODAK NOKTASI KILMAKTADIR.
THAMES NEHRİ İKİ KIYISINDA LONDRANIN EN ÖNEMLİ İDARİ, KÜLTÜREL VE TİCARİ YAPILARI YERALMAKTADIR.NEHİR LONDRA İÇİN BULUNMAZ BİR DİNLENME OLANAĞI SAĞLAMAKTADIR.NEHİR KIYILARI AYNI ZAMANDA SAKİN SESSİZ BİR YERLEŞİM İÇİN İDEALDİR.
“LONDON DOCKLANDS” PROJESİ, THAMES NEHRİ KENARINDA 2020 YILI İÇİN LONDRAYA YENİ BİR KENT MERKEZİ OLUŞTURMAYI AMAÇLAR.
THAMES DOKLARI, 1700’LERDEN GÜNÜMÜZE LONDRANIN EN ÖNEMLİ TİCARİ ULAŞIM BAĞLANTISI OLMUŞTUR.1955’LERE KADAR KULLANILAN DOKLAR, YENİ LİMANIN YAPILMASIYLA TERKEDİLMİŞ BİR ÇÖKÜNTÜ.ALANI HALİNE GELMİŞTİR.
“GREENLAND DOK”U LONDON DOCKLANDS DEVELOPMENT CORPORATION TARAFINDAN YENİ BİR KENT MERKEZİ OLARAK PLANLANMIŞTIR.
TİCARET,KÜLTÜR, KONUT FONKSİYONLARI SU İLE BÜTÜNLEŞECEK ŞEKİLDE YER ALACAKTIR.
SU VE YEŞİLİN BİR ARADA YERALDIĞI YAT LİMANI İLE BÜTÜNLEŞEN BİR TASARIM, YAYA AĞIRLIKLI VE SU ULAŞIMINA DAYALI BİR YERLEŞİM PLANI GERÇEKLEŞTİRİLİYOR.PLAN AMAÇLARI; ÇAĞDAŞ YAŞANABİLİR BİR KENTSEL ÇEVRE OLAN “GREENLAND DOCK”U PLAN MAKETİNİN THAMES NEHRİNDEN GÖRÜNÜŞÜ..
“CHARING CROSS”TAN “ISLE OF DOGS” A 20 DAKİKADA ULAŞIM ŞEHİR TRAFİĞİNDE MÜMKÜNMÜ?
KENT İÇİN YENİ BİR “SU ŞEHRİ” YARATILMAKTADIR.
LONDRA THAMES NEHRİ TAŞKIN ALANLARI
NEHİRLER HERZAMAN İNSANLARA KARŞI DOST OLMAMIŞLARDIR.ZAMAN ZAMAN BÜYÜK FELAKETLERE NEDEN OLAN SEL, TAŞKIN GİBİ AFETLER GÖRÜLMEKTEDİR.
KENTLERİ KORUMAK İÇİN PEK ÇOK ÖNLEM ALINABİLİR.BARAJLAR, SETLER,DRENAJ KANALLARI, KİLİT SİSTEMLERİ, TAŞKIN SETLERİ GİBİ.
LONDRA THAMES BARRIER’I MODERN TEKNOLOJİNİN ESERİ OLARAK KENTİ KORUMAKTA, NEHİR SUYUNU DENETİM ALTINA ALARAK, ÇEVRESİNDE EMNİYETLİ BİR YAŞAMA İZİN VERMEKTEDİR.
BU BÖLÜM “ NOSTALJİK” DEĞİL, GEÇMİŞTEN ALINACAK DERSLERİ GÖSTEREN “GERÇEKÇİ” BİR ANLAYIŞLA HAZIRLANMIŞTIR.
İNSAN TARİHTEN DERS ALMALIDIR.YIKIP YOKETTİKLERİMİZİ BİLMELİ PLAN VE UYGULAMALARDA BUNU “ONARACAK” ŞEKİLDE DAVRANMALIYIZ.
BELEDİYELER, KAMU “ÇEVRE DUYARLILIĞI”NI HALKA YAYMADA EN ETKİLİ KURULUŞLAR OLMALIDIR.
İSTANBUL
YANLIŞ VE ÇİRKİN YAPILAŞMA KANALİZASYON SİSTEMİ VE ARITMANIN BULUNMAYIŞI, SANAYİ GİBİ DİĞER ÇEVRE KİRLETİCİ KULLANIMLARIN SU ÇEVRESİNDE BULUNMASI; EREZYONA ENGEL OLACAK TEDBİRLERİN ALINMAMASI HERŞEYDEN ÖNCE SUYA MADDİ ÇIKAR KAYGISI İLE YAKLAŞILMASI, AKARSU VE DENİZLER İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKELERDİR.DOĞA YOK OLURKEN İNSANI BERABERİNDE YOKETMEKTEDİR.
KÜÇÜKSU
18-19 YY’DA İSTANBUL KAĞITHANE VE KÜÇÜKSU DERELERİ, MESİRE YERLERİ OLARAK ÜNLÜ LALE DEVRİNE SAHNE OLMUŞLARDIR. SU MOTİFİ BU DÖNEMDE ZENGİN VE BÜYÜK ÖLÇÜDE KULLANILMIŞ, ÜZERİNE ŞELALE, KÖŞK, KASR, ÇEŞMELER İNŞA EDİLMİŞTİR.
KAĞITHANE
KAĞITHANE DERESİ 28 M. GENİŞLİK VE 1100 M. UZUNLUKTA BİR KANAL BİÇİMİNE SOKULARAK ÜZERİNDE TÜRK MİMARI TARZI İLE ÇEŞİTLİ YAPILAR İNŞA EDİLMİŞTİR.
PROF. SEDAT H. ELDEM’E GÖRE, SADABAD VE ÇAĞLAYANLAR HİÇBİR YABANCI ETKİ ALTINDA KALMADAN, TAMAMEN TÜRK GELENEK, ÜSLUP VE ZEVKİ İLE İNŞA EDİLMİŞTİR. İLK KURULUŞ, III. AHMET ZAMANI (1723) OLMUŞ, NEDİM ÜNLÜ “KASİDE DER VASFI SADABAD” INI BU DEVİRDE YAZMIŞTIR.
DERENİN SULARI “ ÇADIR KÖŞKÜ” ÖNÜNDE, KANAL İÇİNE İNŞA EDİLMİŞ İKİ BEND ÜZERİNDEN AKARAK ÇAĞLAYANLAR OLUŞTURUR.BÜYÜK BİR HAVUZDA TOPLANIR.BUNU SAĞLAMAK AMACIYLA BİR ÇOK SU YOLLARI, GALERİ, HAZNELER İNŞA EDİLMİŞTİR.ANCAK BAKIMSIZLIKTAN KISMEN YOKOLMUŞTUR.
II. MAHMUD ZAMANINDA (1806-1816) SADABAD SARAYI YENİLENMİŞ KÖŞK. KASR VE KAMERİYELER İNŞA EDİLMİŞ, TÜRK BAHÇESİ YENİDEN DÜZENLENMİŞTİR.
TÜRKLERDE, SU VE YEŞİLİN BİRARADA ZENGİN BİR ŞEKİLDE KULLANILMASINA EN İYİ ÖRNEK SA’DABADDIR. MİMARİ SU VE YEŞİL PEYZAJ İLE MÜKEMMEL OLARAK BÜTÜNLEŞMİŞTİR.
SULTAN ABDÜLAZİZ 1862 –1863 YILLARINDA SA’DABAD’I YENİDEN İNŞA ETTİRMİŞTİR. ÇAĞLAYAN KASRI ADI İLE ANILMAKTADIR.BİNANIN YARISI DOĞRUDAN DOĞRUYA SUYUN ÜZERİNE OTURUR.
İSTANBUL BOĞAZİÇİNDEKİ PEKÇOK YALIYI ANDIRAN ÇAĞLAYAN KASRI, AKARSI KULLANIMI, DOĞA VE YEŞİLE SAYGININ BİR ÜRÜNÜYDÜ... MİMARİ CEPHE KARAKTERİ VE ORANLARI İNSAN ÖLÇEĞİNİ AŞMAMIŞ, ÇEVRE İLE UYUMLU OLMUŞTUR.
KAYIKLARLA GELİNEN VE ATLARLA GEZİ YAPILAN MESİRE YERLERİ VE KÖŞKLER, DEVRİN DİNLENME VE EĞLENCE ANLAYIŞINA UYGUN TASARLANMIŞLARDIR.
İSTANBUL, BOĞAZİÇİ HALİÇ,DERE VE AKARSULARI İLE YÜZYILLARCA İÇİÇE, BARIŞ VE UYUM İÇİNDE YAŞAMIŞ, DOĞA TAHRİP EDİLMEDEN, TEMİZ VE BAKIMLI TUTULMUŞTUR. ANCAK, 1950 SONRASI AŞIRI KENTLEŞME PEKÇOK ŞEYİ YOKETMİŞTİR.
İSTANBUL, YALI VE KÖŞLERİ YANIP YIKILMIŞ, YERİNİ BETON BLOKLAR ALMIŞ, DENİZ, AKARSU, HAVA KİRLENMİŞTİR.HALİÇ VE KAĞITHANE DOLMUŞ.” ALTIN BOYNUZ” YOKOLMUŞTUR.BUNLARIN ESKİ HALLERİNİ ALMALARI PEK GÜÇ VE MASRAFLIDIR.ANCAK,İMKANSIZ DEĞİLDİR... ELİMİZDE SON KALAN DOĞA PARÇALARINI ÇOK DUYARLI VE PLANLI YAKLAŞIMLARLA KORUMAK VE DEĞERLENDİRMEK GEREK.BİLİNÇLİ DOĞA KORUMAK, İNSANI KORUMAK DEMEKTİR.İNSAN DOĞANIN BİR PARÇASIDIR.UYUM İÇİNDE YAŞAMAYI ÖĞRENMELİ, ONAKATKIDA BULUNMALIDIR.DOĞAK KAYNAKLARIN BİLİNÇLİ KULLANIMI, PLANLI PLANLI BİR YAKLAŞIM İLE MÜMKÜNDÜR.ANCAK, PLAN VE UYGULAMALARIN ÇOK DİKKATLİ,SU YEŞİLİ KORUYACAK ŞEKİLDE YAPILMASI GEREKİR.
AĞAÇ KESİMİ BETONLAŞMA DOĞAL YAPININ BOZULMASINA NEDEN OLMAKTADIR. SU KİRLENMESİ,KOKUŞMA VE BALIKÇILIĞIN ÖLÜMÜ DEMEKTİR.PLAN VE UYGULAMA, KORUMAYA YÖNELİK, DOĞAYI DEĞERLENDİRMEYE YÖNELİK OLURSA GELECEK KUŞAKLARDA BU GÜZELLİKLERDEN YARARLANABİLİR.
KENT VE YERLEŞİMLER DOĞANIN KALDIRABİLECEĞİNDEN FAZLA, AŞIRI NÜFUS YIĞILMALARINA SAHNE OLDUKLARI ZAMAN “ ÇEVRE SORUNLARI” ORTAYA ÇIKMAKTADIR. SU,TOPRAK, HAVA KİRLENMESİ, BETONLASMA, TARİHİ VE DOĞAL YAPININ YOKOLMASI... AŞIRI YOĞUNLAŞMAYA ENGEL OLACAK, DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BİR KENTLEŞME DOĞAL VE TARİHİ ÇEVRENİN KORUNABİLMESİNE OLANAK VERİR.
KÜÇÜKSU MESİRESİ, ROMA, BİZANS, OSMANLI DÖNEMLERİNDE BİNLERCE YIL YAŞAMIŞ, GEZİNTİ, PİKNİK, EĞLENCE YERİDİR. TARİHÇİ HAMMER” KÜÇÜKSU, VİYANA’NIN CENNET GİBİ KAHLENBERG ETEKLERİNDEN ÇOK DAHA GENİŞ VE GÜZELDİR DİYEREK TARİHÇİLİĞİ BIRAKIP ŞAİRLİK ETMİŞTİR. DÜNÜN İSTANBULU, DOĞA AŞKI, İNSANCILIĞI VE MEDENİYETİ İLE DÜNYAYA ÖRNEK OLMUŞTU.
ÇEVRE, DOĞAL VE TARİHİ ÇEVRE BİR BÜTÜNDÜR. BİZLER DÜNYANIN HAKİMİ DEĞİLİZ, ATALARIMIZDAN KALMADI, ÇOCUKLARIMIZDAN, TORUNLARIMIZDAN ÖDÜNÇ ALDIK... ONU GELECEĞE DAHA GÜZEL, YAŞANABİLİR BIRAKMAK GEREK.. ELBİRLİĞİYLE...
9 Şubat 2010 Salı
Prof. Dr. RUŞEN Y. KELEŞ’İN DİSİPLİNLERARASI BAZI ÇALIŞMALARI
Prof. Dr. RUŞEN Y. KELEŞ’İN DİSİPLİNLERARASI BAZI ÇALIŞMALARI
Mehmet TUNÇER
Doç. Dr., Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı (ODTÜ),
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilim Doktoru (AÜ-SBF)
“PROF. DR. RUŞEN Y. KELEŞ’İN DİSİPLİNLERARASI BAZI ÇALIŞMALARI”, “KENTBİLİME ADANAN BİR YAŞAM”, 2007, CİLT 1, Ed. MENGİ, A., İMGE Kitapevi, S.273 – 284'de yayınlanmıştır.
Bu çalışma, “toplumbilim”, “şehircilik”, “kamu yönetimi ve siyaset bilimi”, “çevre” gibi çok disiplinli konularda , ülkenin en üretken bilim adamlarından biri olan Prof. Dr. Ruşen Keleş’in, bazı bilimsel çalışmalarını anarak, yapmış olduğu bilimsel katkıların bir bölümünü hatırlatmayı hedeflemektedir.
Bazı eserlerin kısa tanıtımı yapılan bu çalışmanın bir başlangıç olduğu ve büyük eksiklikler taşıdığı da muhakkaktır. Bilimsel bir değerlendirme yapma iddiası da bulunmamaktadır.
I. ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMASI BAKIMINDAN ŞEHİRLEŞME HAREKETLERİ KİTABI (1961)
Kent planlaması, ileriye dönük, dengeli, adaletli ve fırsat eşitliğini sağlamanın somutlaşabileceği bir alandır. Bütün sosyal, ekonomik, kültürel çabalar, adı köy, ya da şehir olan yerlerde görülür. İnsanların toplu yaşadığı her yer planlamanın kapsamına girmektedir.
Kentbilim Kavramı: Kent plancılığı, ulusal bir yerleşme ve kalkınma planı çerçevesi içinde, bilimsel yöntemlere göre yapılan araştırmalara dayanarak plan, program ve projelerin hazırlanmasını ve bu amaçla girişilecek çabaların gerçekleştirilmesini de kapsayan bir sanat ve bir çalışma alanıdır.
Siyasal Bilgiler Fakültesinde Şehircilik Dersi 1938-1939 öğretim yılından bu yana okutulmaktadır. Bu dersin ilk sorumluluğunu yüklenen Ernst Reuter’in “Komün Bilgisi (Şehirciliğe Giriş)” adlı yapısı 1940’da yayınlanmıştır. 1946’da Ernst Reuter’in Almanya’ya dönmesinden sonra, Şehircilik Dersini, o zaman doçent olan Fehmi Yavuz okutmaya başladı. Fehmi Yavuz’un “Şehircilik Ders Kitabı” 1953’de yayınlandı. Bunu, 1962’de, “Şehircilik” kitabı izledi.
Ruşen Keleş; 1961 ‘de Siyasal Bilgiler Fakültesi, Şehircilik Asistanı iken, Şehircilik Enstitüsü Yayınlarından 8.si olarak “Şehir ve Bölge Planlaması Bakımından Şehirleşme Hareketleri” başlığı ile yayınladı.
Fehmi Yavuz bu kitabın önsözünde ;
“Şehircilik, bir bakıma, şehirleşme hareketlerinin ulusların karşısına çıkardığı problemleri incelemek ve halletmekle uğraşır. Memleketimiz, batı ülkelerdeki şehirleşmeyi, yaklaşık olarak yüz elli yıl gecikme ile kovalamaya çalışıyor. Batılı ülkeler, şehirleşmeleri sırasında işledikleri hataları, yirminci yüzyıl başlarından itibaren düzeltmenin yollarını aramağa koyulmuşlar ve bu alanda başarılı sonuçlar da elde etmişlerdir.
….Biz çok dikkatli hareket etmek, başkalarının tecrübelerinden ders almak suretiyle hataları düzeltmeye ve tamircilik devresini yok edemesek bile, mümkün olduğu kadar kısaltmaya mecburuz. Çünkü imkanlarımız sınırlıdır; eğitim, sağlık, tarım, ulaştırma ve sair bütün sahalarda yapılacak pek çok işimiz vardır.
Dr. Ruşen Keleş’in eseri, şehirciliğimizin doğru anlaşılmasına yardım edecek sistemli bir çalışmadır...” diyerek kitabın öncü rolünü vurgulamaktadır.
Sunuş yazısında ise; “….Şehirleşme hareketlerini Şehir Planlaması yönünden ele alan ne genel, ne de monografi mahiyetinde etüd ve araştırmalar yurdumuzda yoktur. Her iki boşluğun doldurulmasına yardım edecek çalışmaların teşvik edilmesi gerektiği pek tabiidir. Bu etüd bu konudaki boşluğu doldurmak iddiasında değil; bir ön-adım olmak, şehirleşme hareketlerinin şehir planlamasıyla ilgili bazı problemlerini ortaya koymak dileğindedir.” diyerek kitabın amacını ortaya koymuştur .
Kitapta; şehirleşme hakkında kavramsal açıklamalar, şehirleşme hareketlerinin niteliği ve nedenleri inceleme konusu yapılmıştır. Şehirlerin fiziki gelişimi bakımından şehirleşme hareketlerinin ne gibi etkilerde bulunduğu araştırılmış, şehirleşme sorunları ile yerel, bölgesel ve yurt ölçüsünde uğraşmanın yöntem ve araçları incelenmiştir.
Yurdumuzda şehirleşme hareketleri incelenerek, büyük şehirlerimizde göç ve yoğunlaşmadan doğan çeşitli sorunların önlenmesini veya hafifletilmesini sağlayacak “milli bir siyasetin” araştırılması hedeflenmiştir. Bu yapıt ile ülkemizde “Şehir ve Bölge Planlaması” ve “Kentleşme Politikası” temellerinin atıldığı söylenmelidir.
II. ŞEHİRCİLİK SORUNLAR-UYGULAMA VE POLİTİKA KİTABI (1962-1978)
Bu önemli başvuru kitabında, Prof. Fehmi Yavuz, Prof. Dr. Ruşen Keleş, Doç. Dr. Cevat Geray, üzerlerine aldıkları bölümleri hazırlamışlardır. Kitabın “Sunuş” kısmında; bu ürünün ortaya çıkmasının, büyük ölçüde üç yazarın aynı “Kürsü”de bulunmasına bağlanmıştır .
Kitabın dikkat çeken özelliği, öncekilerden çok hacimli olmasıdır. Sayfa olarak 1962’de yayınlanan ŞEHİRCİLİK kitabının iki katını aşması, bu durumu açıkça göstermektedir.
Bunun nedeni şöyle açıklanmaktadır: “…eserin, ders kitabı olmaktan çok ötede geniş bir okuyucu kitlesinin gereksinimlerini gözeterek yazılmış olmasıdır. Öte yandan konut, arsa, bölge planlaması ve şehir planlaması ayrı birer kitap konusu olacak genişliktedir. Bu kitaba eskilerinde olmayan, Çevre Sorunları da eklenmiş bulunuyor.”
İlk kez 1973 yılı ortalarında yayımlanan “ŞEHİRCİLİK” adlı bu yapıt, hem başta Siyasal Bilgiler Fakültesi olmak üzere, çeşitli öğretim kurumlarında ders kitabı olarak yararlanılmıştır.
Yapıtın ön sözünde “..Şehirciliğin de, kent yaşamı gibi hızlı bir değişme içinde olduğundan bahisle, “Şehircilik Bilim Dalı” na her gün yeni terimler, kavramlar, araçlar kazandırıldığı, gerek bunları, gerekse son birkaç yıl içinde ülkemizdeki yeni gereksinmeleri yanıtlamak için girişilen kurumsal ve yasal değişiklikleri de okuyucuya yansıtmak isteği” nden bahsedilmektedir.
Güncel gelişmeler ışığında; kitaba dört yeni bölüm eklenmiştir.
Bunlar:
1. Çeşitli ekonomik sistemlerin kent ve kentleşme konularındaki yaklaşımları,
2. Kentleşme ve çevre sorunları ile ilgili uluslar arası çalışmalar,
3. Toplum yaşamını etkileyen yıkım (afet) olaylarının incelenmesi,
4. Kıyıların korunması, kullanılması ve geliştirilmesi.
konularına ayrılmış bölümlerdir. 1060 sayfalık hacmi ile kitap, yayınlandığı günden bu yana kaynak kitap niteliğini koruyan bir başvuru yapıtıdır.
İkinci basının sunuş yazısında: “ yasalardaki değişiklikler ile, yeni kaynakların ışığında yapılan içerikle ilgili yenilemeler dışında, dilinde arılaştırmaya ayrı bir özen gösterilmiş olmasıdır” denilmektedir.
“Amacımız, bir yandan Türk dilindeki özleştirme akımına yardımcı olmak, öte yandan da genç kuşakların konuşmayı yeğledikleri dilin gerisinde kalmamaktır. Bu ereği, ancak bir ölçüde yerine getirebildiğimizi sanıyoruz. Çünkü üç ayrı yazarın yazdıklarında dil birliği sağlamanın güçlüğü ortadadır.”
Burada Ruşen Keleş hocamızın, öz Türkçe kelime ve deyimler ile doğru cümle yapısını kullanma özeni bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Gene kitabın SUNUŞ yazısında; “üç yazar, kendi aralarında uyum sağlamak için ellerinden geleni yapmışlardır. Yararlanılan kaynaklar, dipnotlarla gösterilmek yerine, her bölümün sonuna bunların bir listesi konmuştur. Dil ve deyimler açısından belli ölçüde uyumun sağlanmasına çalışılmıştır. Konuların birbirini tamamlayıcı nitelikte olmaları nedeni ile, kimi tekrarlardan sakınmanın gerçekleşmediğini belirtmek isteriz. Örneğin, taşınmaz mallar üzerine konan sınırlamalar; hem topraktan yararlanmayı, hem de arsa politikasını ilgilendiriyor. Konut ve gecekondu sorunu da arsa ile birlikte ele alınmıştır. Çevre Sorunları için de aynı şey söylenebilir. Tekrarlardan sakınmadaki başarısızlığın nedeni, bir ölçüde konuların bu niteliğinden doğmaktadır” denilerek bilimsel bir olgunluk göstermişlerdir.
Yazarların daha önce yaptıkları kitap, broşür, makale biçimindeki yayınlarından geniş ölçüde yararlandıkları belirtilmektedir. Nitekim, “Yazarına Göre Bölümler” açıklamasında Prof. Dr. Ruşen Keleş’in hazırladığı bölümlere bakıldığında, bu güne kadarki birikiminin yoğunlaştığı konular olduğunu görmek olasıdır.
Bu eserde Ruşen Keleş tarafından hazırlanan bölümler aşağıdadır:
BÖLÜM I. Kentleşme Süreci (S.19-46)
BÖLÜM IV. Bölge Planlaması ve Bölge Kalkınması (S.95-189)
BÖLÜM VI. Farklı Ekonomik Sistemlerde Kent, Kentleşme ve Kent Planlaması (S.473-490)
BÖLÜM VII. Kentleşme ve Çevre Sorunları Karşısında Uluslar arası Kuruluşlar (S.491-498)
BÖLÜM XI. Konut Sorunları ve Politikası (S.587-721)
BÖLÜM XII. Kent ve Bölge Planlaması Eğitimi (S.723-736)
Şehircilik kitabı, yayınlandığı yıldan itibaren Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde eğitimde temel kaynaklardan biri olarak kullanılmıştır. Benim de; ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama eğitimi alırken (1975-1980), en önemli başvuru kitaplarımdan biriydi.
III. ESKİ ANKARA’DA BİR ŞEHİR TİPOLOJİSİ KİTABI (1971)
“Başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de “Şehircilik” kavramının, son yıllarda önemli değişmelere uğradığına tanık olduk. Şehirciliği, bir beldenin sınırları içinde yer alan imar faaliyetlerini düzenleyen, teknik ve estetik yönleri ağır basan bir imar plancılığı eyleminden ibaret sayan geleneksel görüş, yerini yavaş yavaş, sosyal ve iktisadi konuların ön plana geçtiği yeni bir anlayışa bırakmış bulunuyor .
Teknik incelemelerin, sosyal, iktisadi ve siyasal nitelikteki araştırmalarla tamamlanması ihtiyacı, bu kavram değişikliğinin uygulama alanında doğurduğu önemli sonuçlardan biridir. Bir çoklarınca geç kabul edilmiş olmakla beraber, cetvelsiz, pergelsiz ve gönyesiz şehircilere rastlamak, artık yadırganmıyor.
Türkiye’de şehirlerin gelişmesini planlamakla görevli kurumlar, özellikle son on yıldan beri, şehir planlamasının kalkınma ile bağlantılarını aydınlatan araştırmalarla sosyal ve iktisadi konulara yakınlaşmak zorunluluğunu duydular. Sosyal bilim dallarında yetişmiş şehirciler için, bu gelişme, bazı katkılar yapmaya olanak sağlamıştır.”
1971 yılında yayınlanan “Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi” başlıklı eserin Önsöz’ü Ruşen KELEŞ’in bu dönemdeki “Şehircilik” yaklaşımlarına bakışını vurgulaması bakımından önem taşımaktadır.
“Ankara kalesi yöresindeki eski, tarihsel semtlerin tipolojisi içindeki yerini belirlemeyi amaçlayan bu monografi, çok önemli pratik ihtiyaçları cevaplandırmak iddiasında olmayan küçük bir denemedir. Plancılar için yararlı olsun düşüncesiyle de hazırlanmış değildir. Ama, incelemenin, Ankara şehri için girişilmiş planlama eylemlerinde, az da olsa yararlı olma şansı bulunabilir.”
Böyle mütevazı bir yaklaşıma karşın, bu yapıt, 1980’lerin başında Ankara Belediyesinde çalışırken, Ankara geleneksel kent merkezi üzerine hazırladığım yüksek lisans çalışmasında, Ulus Tarihi Kent Merkezi’nin korunmasına yönelik koruma planları ve yarışmalarını hazırlarken kullandığımız başvuru kitaplarından biri olmuştu.
“Monografinin asıl önemli olan yanı; varlığı silinmeye yüz tutmuş olan bir şehir kesiminin bugünkü sosyal ve iktisadi yapısının belli başlı özelliklerini saptamak, değişme süreci içindeki yerini belirtmek ve gecekondu bölgeleriyle aralarındaki benzerlik ve farklılıkları aydınlatmaya çalışmaktır “.
Kitaba yıllar sonra dönüp baktığımda altını kırmızı ile çizdiğim bazı cümleleri buraya almaya karar verdim: (Bunların hemen hepsi zaman içinde doğrulanmış saptama ve bulgulardır. )
“…Eski Ankara’nın, başkent Ankara’nın büyüme etkileri altında ne biçim aldığını araştırmağa, eski şehrin kaybolmağa yüz tutmuş olan bazı özelliklerini saptamağa ve başkentle olan ilişkilerini gözden geçirmeğe çalışacağız” .
“Böyle bir incelemeyi yapmakla Eski Ankara’yı ilerde ele alacak olanlara bir hareket noktası göstermiş ve karşılaştırma yapmak fırsatı vermiş olacağız”.
“….Türk şehirciliğine ve genellikle şehir bilimlerine teorik katkılar yapmak isteyenlere örnek olay niteliğinde malzeme sağlanması da bu araştırmanın yan amaçlarındandır. ……eski Ankara’nın sorunları ile ilgili olarak varılacak sonuçlardan, plancıların ve yöneticilerin alabilecekleri dersler bulunabileceğini de hatırda tutmalıyız.”
” denilebilir ki, protokol alanı dışında, önümüzde 10-15 yıl içinde, Eski Ankara’daki yapıların tamamı, yerlerini yeni yapılara bırakmış olacaktır.” (S.15)
“……denilebilir ki; Eski, Ankara, fiziki çevre özellikleri ve yapılarıyla bir feodal şehre benzeyen görünüm sunmaktadır. Dar ve düzensiz sokaklar, çoğu iki katlı, ahşap, pancurlu ve avlulu evler, oldukça yüksek bir nüfus yoğunluğu ve şehir hizmetlerinin düşük kalitede oluşu şehrin bu kesimini karakterize eden başlıca özellikler arasındadır.”(S.23)
“…..Eski Ankara’dan söz etmek mümkün olmakla beraber, “Eski Ankaralı” dan bahsetmek kolay değildir…” (S.48)
“….modern iktisadi faaliyetlere Ulus ve Anafartalar’da rastlandığı halde, ilkel ve feodal olanlar, daha çok Kale’ye yakın olan semtlerde yoğunlaşmışlardır.” (S.95)
Yapıtın III. Bölümü’nde; “Eski Ankara’da Bir Toplumsal Alan Analizi Denemesi” ile, yerleşme birimleri, ya da şehrin bölümleri için değişkenlerin yansıttığı varsayılan bilgilerin ayrı ayrı endekslenerek birbirine benzer mahallelerin birleştirilmesi ile “toplumsal alan” adı verilen, görsel olarak homojen tipler elde edilmiştir. Şehirsel büyüme teorileri ile Eski Ankara açıklanmış, daha sonraları en çok yararlandığım “Eski Ankara’nın Planlama Sorunları” bölümünde ise Jansen’den bu yana Eski Ankara’yı etkileyen düşünce ve uygulamalar açıklanmıştır.
Ruşen hocamız; “Bir koruma politikası saptamaya yarayacak çalışmalara Türkiye’de çok kısa bir zamandan beri başlanmış bulunuyor” (S.166) diyerek daha uzun yıllar sürecek ve günümüzde hala çabaları sürdürülmekte olan Eski Ankara’nın korunması çabalarına bence önemli bir katkı oluşturmuştur.
IV. SOSYAL BİLİMLERDE ARAŞTIRMA METODLARI KİTABI (1973)
Sosyal bilimlerde yöntem (metod) üzerine ülkemizde yazılmış, ya da yabancı dillerden çevrilmiş kitapların sayısı oldukça sınırlıdır. Özellikle onbeş yıldan beri, üniversitelerimizde ve bazı araştırma kurumlarımızda ciddi bilimsel sosyal araştırmalar yapıldığı, bunların ürünlerinin yayınlandığı görülmektedir. Bu, ilerde, bu alanda yetişmek isteyenler için, umut verici bir gelişmedir.
“Sosyal Bilimlerde Araştırma Metodları” adlı bu kitap, 1964 yılında ilk yayınlanışından kısa bir süre sonra tükenmiştir. “…Son on yıl içinde, bu konu, üniversite ve yüksek okullarımızdan bir çoğunun ders programları arasına konduğu gibi; kamusal ve özel birçok kuruluşlar da, araştırma çalışmalarında görev alan mensuplarının bu bilgileri edinmiş olmasına önem verdiler.”(1973)
“Konunun yeniliği sebebiyle, kitapta geçen birçok teknik terimlerin dilimize yerleşmiş karşılıkları yoktur. Bu durumun doğurduğu güçlük yanında, bilimsel bir eseri değişik bir kültürden olan insanların anlayacağı bir dile aynen aktarmanın zorluğu da hatırda tutulursa, çevirene yöneltilmesi pek tabii olan eleştirmeler belki bir dereceye kadar sınırlandırılmış olabilir.”
“Bu çeviri; ne sistematiği, ne örnekleri ve de ne de dili bakımından, öğrencilerimizin ihtiyaçlarına tam olarak cevap verebilecek nitelikte değildir.”
“Dileğimiz, yakın bir gelecekte, örneklerini bu araştırmalardan seçen ve kendi yüksek öğrenim kurumlarımızdaki öğrencilerin ihtiyaçları düşünülerek yazılacak kitapların, bu ve benzeri çevirilerin yerini almasıdır. ” Diyerek, hocamız ülkemizde “Sosyal Bilimler” de araştırmaların bilimsel ve ülke gerçeklerine uygun metodlarla yapılması düşüncesini vurgulamıştır. 478 sayfalık bu yapıt aradan 30 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala sosyal bilimlerde yöntem konusunda başvuru kitaplarından en önemlilerinden biri olmaya devam etmektedir.
V. KENT VE SİYASAL ŞİDDET KİTABI (1982)
Ruşen Keleş hocamızın güncel toplumsal olgulara ne kadar duyarlı bir bilim insanı olduğu, 1970’li yılların sonlarında ve 1980’lerin karışık, olaylı günlerinde gerçekleştirdiği ve yayınlanan “Kent ve Siyasal Şiddet” kitabında da gözlenmektedir.
“Türkiye’de gözlenen çarpık ve sağlıksız kentleşme olgusunun, siyasal şiddet eylemlerinin filizlenme, güçlenme ve yayılması üzerinde rol oynayan, tek değil ancak önemli bir etken olduğu varsayımına dayalı bu incelememize1979 sonbaharında başladık. Ülkemizde, alışılagelmiş deyimiyle “anarşik olaylar” olarak tanımlanan, ama aslında devlet otoritesinin sarsılmasını, yönetilenler ile yönetenler arasındaki iletişim bağının giderek kopmasını ve bunun sonucu daha da artan bir sosyo-ekonomik ve siyasal gerilimi yansıtan şiddet eylemlerinin özellikle 12 eylül 1980’den başlayarak, büyük bir azalma gösterdiği ortadadır.
Devletin yeniden güçlendirilmesini, güvenlik güçlerinin giderek etkinleşen çabalarının ve halkın şiddet eylemcilerinin yakalanmaları konusunda resmi makamlarla daha yakın bir işbirliği içine girmesinin, bu kısa dönemde teröre karşı savaşımda sağlanan ilerlemedeki önemli payı konusunda herkes görüş birliği içindedir.
…12 Eylül öncesinin karışık ortamında başladığımız bu küçük çaptaki çalışmanın tek amacı siyasal şiddet olgusu üzerinde sağlıksız kentleşmenin, (bir kent bilimci ve bir siyasal bilimci tarafından) olumsuz etkilerine dikkati çekmektir. Aynı inancı bu günde koruyarak, araştırma bulgularını ve kişisel değerlendirmelerimizi, bu kez daha geniş bir okuyucu kitlesine, sunmakta yarar gördük. Terör olgusunun aydınlatılması konusunda ülkemizde başlatılan çabalara bizim de küçük bir katkımız olursa, kendimizi mutlu sayacağız…”
Bu çalışmada siyasal şiddetin çarpık kentleşmenin etkisiyle yaygınlık kazanmakta olduğu varsayılarak bu varsayımın doğruluğu test edilmiştir. Türkiye’de siyasal şiddet olaylarının gerisinde birden fazla etkenin yer aldığı; bunlar arasında özellikle geçmiş yıllardaki siyasal istikrarsızılık ve partizanlıktan Devlet otoritesinin geniş ölçüde zarar görmesinin payı vurgulanmıştır. “Yurdumuzdaki nüfus patlamasının, artan işsiz sayısının, gecekondulaşmanın, giderek ağırlaşan geçim koşullarının, yüksek eğitim kurumlarına giremeyen kitlelerin büyük ölçüde siyasal şiddeti körüklediği söylenebilir.” Bu önemli çalışmanın sonuçları arasında;
• devletin güçlendirilmesi,
• güvenlik güçlerinin sayı, araç, gereç ve nitelik yönünden daha yeterli düzeye çıkarılması,
• kentleşmenin doğurduğu darboğazların giderilerek, kente göçen yığınların konut, iş, okul, hastahane, yol, ulaşım gibi gereksinimlerinin insanca bir düzeyde karşılanması,
• toplumsal yapıda çağdaş dönüşümleri karşılayacak yapısal reformların gerçekleştirilmesi,
• ülkede siyasal istikrarı yeniden kuracak kurumsal ve düşünsel ortamın yaratılması..
VI. TÜRKİYE’DE KENT YÖNETİMİ KİTABI (1988)
“Türkiye’de Kent Yönetimi” adını taşıyan bu yapıt, 1986-1987 akademik yılı içinde yapılmış küçük çapta bir araştırmanın ürünüdür.
“Projenin amacı, üç yıldan beri yürürlükte bulunan anakent yönetimi sisteminin ne ölçüde yeterli olduğunu değerlendirmeye çalışmak ve bundan bir adım daha öteye giderek, Türkiye’de genel olarak yerel yönetimlerin yeniden düzenlenmesinde dikkate alınması gereken birtakım önerilerde bulunmaktır ”.
“Yönetimde reform projeleri üzerinde çalışmakta olan yetkililerin, bu araştırmanın bulgularından da yararlanmak isteyeceklerini ümid etmekteyiz”.
Bu cümle de açıkça görülebileceği gibi; yapılan çalışmalarda hep kamu yönetimine yardımcı olmak, yol gösterici çalışmalarda bulunmak ereğinin bulunduğu gözlenmektedir.
“Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, belediye başkanlarımız, belediye meclisi üyeleri, Ankara, İstanbul, Boğaziçi, Ege ve Ortadoğu Teknik Üniversitelerindeki meslektaşlarımız, bu araştırma projesinin her aşamasında bize yakın işbirliği sağlamış ve yardımlarını esirgememişlerdir.”
Ruşen Hocamız, genellikle kamu yönetiminin en üst düzeyindeki yetkililer ile (Bakanlar, valiler, kaymakamlar, belediye başkanları vd) hem öğrenci – hoca ilişkisi hem de onlara önderlik eden bilim insanı vasfı ile bir önemli bir misyonu yerine getirmiştir.
Bu çalışmada;
• Anakentlerde yeniden düzenleme gereksinmesi,
• Anakent yönetim modelleri, tarihsel gelişimi,
• Bu günkü Anakent Yönetim Sistemi,
• Araştırma bulguları; Bir örnek sistemin yeterliliği, yeni anakent modelinin yararları, düzensiz kentleşme ve anakent yönetimi, sorunların başlıca kaynağı, anakentlerde yönetsel vesayet, anakent belediyesinin ilçe belediyesine üstünlüğü, sistemin farklı siyasal ortamlarda geçerliliği, kamu yararı, yerel hizmet ve yerel özerklik konuları, belediye hizmetlerinde etkinlik, mali konular, imar hizmetlerinde merkeziyetçilik ve yerinden yönetim,
Konuları irdelenmiş ve 1980 sonrasında yapılmış bulunan yerel yönetim reformunu (3194, 3030 Sayılı Yasalar ile) değerlendirmeye ve geliştirmeye yönelik önemli bazı sonuçlar ortaya konmuş olduğu görülmektedir.
Bunlardan bir kaçı;
“Bugün merkezi yönetimin üstlenmiş olduğu kimi görevlerin, bazı büyükçe belediyelere devri bile düşünülebilmelidir.”
“karşılaşılan güçlüklerden bir bölümü ise, Türk kamu yönetiminin bazı genel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar, yönetimde eşgüdüm yetersizliği, parasal kaynak eksikliği, personel yetersizliği, yönetim yöntemlerinin eskimiş olması, etüd ve araştırma geleneğinin zayıflığı, hesap verme ve denetleme yöntemlerinin etkili olmaması gibi temel sorunlardır. ……..yeniden merkeziyetçiliğe dönmek yerine, eksik ve aksak noktaların giderilmesi yollarını aramak herhalde daha gerçekçi olur. Ve çağın gereksinmelerine ve gelişmelerine daha uygun düşer.”
Günümüzde önemi daha çok ortaya çıkmış bulunan “Katılım” konusunda ;
“Yerel demokrasi, ancak mahalleler ölçüsünde halkın yerel yönetime katılmasının olanaklı kılındığı yerlerde güçlenir. Halkın danışma, halkın katkısını ve yardımını sağlama, yerel demokrasi kavramının temelinde vardır.”
“Anakentlerdeki katılım ile çok yakından ilgili bir sorun, anakentler içindeki ilçe belediyelerinin büyüklükleri konusudur. İlçe belediyeleri için, hem nüfus, hem de alan olarak, optimal (en uygun) büyüklükler bulunması gerekir. Bu büyüklüklerin saptanmasında dikkate alınması gerekli etmenlerin başında, hem hizmetin en etkin biçimde görülmesi, hem de katılımın en çoğa çıkarılması gelir.”
“Ama unutmamak gerekir ki, kamu hizmetleri, kamu tüzel kişileri eliyle, kamu hukuku kurallarına bağlı olarak ve en önemlisi, kamu yararı gözetilerek yerine getirilmesi gereken hizmetlerdir.
“….bu arada Türkiye’de, belediyelerin, hizmetleri ne bahasına olursa olsun özelleştirmelerinden, kamu yararına ters sonuçlar doğabilir.”.
“…yerel yönetimler, bir ülkenin demokratik gelişmesinde son derece önemli rol oynayan kuruluşlardır. Yapılacak yeni düzenlemelerde, bu noktanın göz önünde tutularak katılım ve eğitim amaçlarının maksimize edileceği mekanizmalar öngörülmelidir.”
VII. KENTLEŞME POLİTİKASI KİTABI
Bu kitapta, Üçüncü Dünya ülkelerinin ve Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu kentleşme, konut, gecekondu, arsa spekülasyonu, imar ve çevre sorunları nedenleri ve çözüm yollarıyla birlikte ele alınmıştır. Ülke ekonomisinin “dünya sistemine” bağlılığının bir sonucu olarak, kentlerin yapısının ve kent sorunlarının boyutlarının belirlenmesinde iç dinamikler kadar dış dinamiklerin de payı olduğu vurgulanmıştır.
Kentleşmeden doğan darboğazların azgelişmişlik sorunu olarak algılandığı bu yapıtta okuyucuya, yaşadığı kentsel çevreyi ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel yapı özelliklerinin ışığı altında nesnel olarak değerlendirmenin yöntemleri gösterilmeye çalışılmıştır.
VIII. ÇEVRE BİLİM KİTABI
Bu yapıt, çevrenin ekonomik, toplumsal, yönetsel ve felsefi yönlerini ayrıntılarıyla ele almaktadır.
“Önce gelişme, sonra çevre” yaklaşımı, zamanla yerini “gelişme ve çevre arasında denge” düşüncesine bıraktıysa, bunda, konuya sahip çıkılmasının önemi büyüktür. Bu anlayış değişikliğine karşın, zengin ülkelerle yoksullar arasında büyük görüş ayrılıkları, derin çıkar çatışmaları bulunmakta olduğu bu yapıtta vurgulanmaktadır. 21. Yüzyılın eşiğinde, zengin ve sanayileşmiş ülkeler, diğerlerine karşı etik sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınırken gelişmekte olan ülkelerin kendi politikalarını üretmeleri zorunludur.
IX. ÇEVRE HUKUKUNA GİRİŞ KİTABI
Çevre bilincinin göreceli olarak yüksek olduğu ülkelerde bile, bireylerin bencillikleri çevre kaygılarının önüne geçebiliyor. Bu durumda, çevrenin korunması için güvence oluşturabilecek kuralların konmasında ve kamu gücüne dayanan yaptırımların uygulanmasına işlerlik kazandırılması kaçınılmazdır. Bu kitapta, Çevre Hukuku adıyla gelişmekte olan bilim dalının, ulusal ve uluslar arası ilkeleri özetleniyor ve önemli yargı kararlarından örnekler veriliyor.
X. İMAR HUKUKUNA GİRİŞ KİTABI (2003)
“Kentleşme, imar ve planlama sorunlarımız, 1980 sonrasında da azalmadı arttı. Boyutları giderek büyüdü. Son yirmi yıl, kentleşmede salt niceliksel değil, olumsuz niteliksel değişikliklere de yol açtı. Yeni liberal anlayışları toplum yaşamına kararlılıkla egemen kılan küreselleşmenin bu gelişmedeki sorumluluk payı küçümsenemez. Adam Smith’in, her şeyi oluruna bırakan düşünce biçiminin yeniden, ama bu kez daha sistemli olarak insanlığa dayatılmakta olduğu açıkça görülüyor. Yasamanın, yürütmenin ve yargının, imar ve çevre konularındaki duyarlılıkları, toplumsal güçler dengesine bağlı olarak farklılıklar gösteriyor. Bir başka anlatımla, son yıllarda ülkemizde bireylerin yararıyla toplumun genel yararı arasında denge sağlama görevinin daha çok yargı erkine düştüğüne tanık olduk. Yasama ve yürütme karşısında yargının, kent ve çevre alanında hukukun üstünlüğü ilkesinin güvencesi durumuna geldiğini söylemek abartma olmayacaktır. Yurttaşların, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının ve benzerlerinin, kent ve çevre bilincindeki gelişmeye koşut olarak yaptıkları katkılarla, kent ve çevre değerlerimizi korumak da kolaylaşmaktadır. İmar Hukuku’na Giriş’te, edilgen değil fakat etkin yurttaş olmanın yargı kararlarına nasıl yansıdığının örneklerini bulacaksınız. Yargı erkinin sağlıklı bir kentleşmeye katkılarını göreceksiniz .
XI. SONUÇ ve ÖNERİLER
Prof. Dr. Ruşen KELEŞ, ülkemizde 50 yılı aşkın bir süredir şehir ve bölge planlaması, kentleşme, kamu yönetimi ve siyaset, çevre vb konularda değerli ürünler vermiş bir bilim insanıdır. Bu kısa çalışmada sadece bazı kitaplarının konusu ve kısa içerikleri üzerinde durulabilmiştir. Hocamızın yayınlarının ve disiplinler arası çalışmalarının çok daha kapsamlı çalışmalarla incelenmesi ve değerlendirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Kendisine bize gösterdiği örnek bilim insanı vasfı ve etik değerler için ne kadar teşekkür etsek azdır.
Sevgi ve saygılarımla..
06 Ocak 2006 ANKARA
EK I.
PROF. DR. RUŞEN Y. KELEŞ’İN BAZI ESERLERİ
1957
• “Bina Yapımını Teşvik Eden Kanunlar ve Ankara Belediyesi”, İller ve Belediyeler Dergisi, Eylül, 1957. S.143.
1958
• “Gecekondu Meselesi”, İller ve Belediyeler Dergisi, Mart, 1958, S.148.
1961
• “Şehir ve Bölge Planlaması Bakımından Şehirleşme Hareketleri”, A.Ü., S.B.F. Yayınları No:122-104, Şehircilik Enstitüsü Yayınları No:8. 1961. (KİTAP)
1962
• ”Şehir Planlaması ve Sanayi”, S.B.F. Dergisi, C.17, s.1, s.289-317
• “Şehirlere Akın ve Planlama Üzerine Etkisi”, Planlama II, Kış 1962.
• “Türk Köylerinde İktisadi Gelişme”, O.TÜRKAY ile, A.Ü., S.B.F. 1962. (KİTAP)
1963
• “Kalkınma Planı ve Konut Sektörü”, S.B.F. Maliye Enstitüsü Konferansları, Kalkınma Planı, Ankara, s.151-171.
• “Hamur Kuralı ve Anayasa Mahkemesi”, İller ve Belediyeler dergisi, Yıl 20, S.220.
• “Türkiye’de Bölgelerarası Dengesizlikler”, VII. İskan ve Şehircilik Haftası Konferansları, Ankara, s.1-40.
• “Sosyal Konut Politikası Kavramı Üzerinde Bir Deneme ve Türkiye’de Sosyal Konut Politikası”, S.B.F. Dergisi, C.21, No:2.
1964
• “Türk Belediye Başkanları”, Cevat GERAY ile, Türk Belediyeciler Derneği, 1964. (KİTAP)
• “Şehirleşme Hareketlerinin Maliyetine Dair”, Büyük Belediyelerde Şehirleşme Sorunları, Türk Belediyecilik Derneği Yayını, Ankara, 1964, S.42-51.
1965
• “Bölge Planlamasında Örgütleşme Sorunları”, IX. İskan ve Şehircilik Haftası Konferansları, Ankara, 1965, S.153-177.
1966
• “Şehirleşme Politikamız ve Doğu Anadolu Bölgesi”, S.B.F. Dergisi, C.21, S.4., 1966, S.17-43.
• “Türkiye’de İşçi Konutları Sorunu”, Sosyal Siyaset Konferansları, Kitap, 1963, 19, S.17-39.
1967
• “Sosyal Konut Politikası ve Kooperatifçilik İlkeleri Açısından Türkiye’de Konut Kooperatifleri”, İmar İskan Bakanlığı, Mesken Genel Müdürlüğü Yayını, 1967. (KİTAP)
1969
• “Küçük Belediyelerin Sorunları”, Cevat GERAY ile, TODAİE, 1969. (KİTAP)
1970
• “Türkiye’de Şehirleşme Eğilimleri”, SBF Dergisi, C.25, No:4, Aralık 1970, S.41-83.
1971
• “Büyükkent Dışı Üniversiteler”, Amme İdaresi Dergisi, C.4, S.1., Mart 1971, S.3-30.,
• “Türk Mahalli İdare Sistemi ve Gelişme Eğilimleri”, Mahalli İdareler ve Ulusal Kalkınma, Ankara, 1971.
• “Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:314, 1971 (KİTAP).
1972
• “Şehirciliğin Kuramsal Temelleri”, Ankara, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:332, 1972. (KİTAP)
• “100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu”, Gerçek Yayınevi, 1972, 1978, 1983 (KİTAP)
1973
• “İzmir’in Mahalleleri”, Türk Sosyal Bilimler Derneği, 1973. (KİTAP)
• “Şehircilik: Sorunlar, Uygulama ve Politika”, Fehmi YAVUZ ve Cevat GERAY ile, A.Ü., S.B.F. Yayını, 1973, 1978. (KİTAP)
• “Urbanisation In Turkey”, Ford Vakfı, 1973. (KİTAP)
1974
• “Kentleşme ve Arazi Kullanma Politikası”, İ. İ. Bakanlığı, Büyük İstanbul Bölgesi Kent İşletmesi Sorunları Uluslar arası Semineri, 1974.
• “Kentleşme ve Arazi Kullanım Politikası”, Yapı, S.9 (Kasım-Aralık 1974), S.46-48.
1975
• “Kentleşme ve Kamu Yararı”, Ekonomi-Hukuk Kongresi, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 1975.
• “Kentleşme ve Kamu Yararı”, Ekonomi- Hukuk Kongresi, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 1975.
1976
• “Kentbilim İlkeleri”, Türk Sosyal Bilimler Derneği, 1976 (KİTAP)
• “Göç ve Gelişme”, Nermin Abadan UNAT ve diğerleri ile, Ajans Türk Basımevi, 1976 (KİTAP)
• “Toplum Bilimlerinde Araştırma ve Yöntem”, (Derleyen), TODAİE, 1976. (KİTAP)
1978
• “Şehircilik : Sorunlar-Uygulama ve Politika”, YAVUZ, F., GERAY, C. İle birlikte, A.Ü., Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:412.1978, (KİTAP)
1980
• “Kentbilim Terimleri Sözlüğü”, Türk Dil Kurumu Yayını, İmge Kitapevi, 1980, 1998. (KİTAP)
1982
• “Yerel Özerklik ve Kent Planlaması”, Türkiye Birinci Şehircilik Kongresi (6-7-8 Kasım 1981), 2. Kitap, ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 1982.
• “Kent ve Siyasal Şiddet”, Artun ÜNSAL ile, A.Ü., Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, No:507, 1982. (KİTAP)
1983
• “İmar Planlamasında Merkeziyetçilik ve Yerellik”, A.Ü., Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. XXXVIII, S.1-4 (Ocak-Aralık 1983), S.139-149.
• “100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu”, 3. Baskı, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1983. (KİTAP)
• “Yerel Yönetimler”, Fehmi Yavuz ile, 1983, 1989. (KİTAP)
• “Çevre Sorunları”, Fehmi Yavuz ile, 1983, A.Ü., Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını (KİTAP)
• “Çevre Sorunlarının Çözümlenmesinde Ekonomik Yaklaşımlar”, (Derleyen), Türkiye Çevre Korunma ve Yeşillendirme Derneği, 1983. (KİTAP)
1984
• “Yerleşim ve Çevrebilim Sorunları” (Derleyen), Türk Sosyal Bilimler Derneği, 1984. (KİTAP)
1985
• Politics of Rapid Urbanisation in Turkey”, Holmes and Meier (Michael N. Danielson ile, New York, 1985. (KİTAP)
1986
• “Kentleşme ve Kamu Yönetimi Sorunları”, Hızlı Kentleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 1986.
• “Ernst Reuter’in Anısına”, (Derleyen), Alman Kültür Merkezi ve SBF Ernst Reuter İskan ve Şehircilik Araştırma ve Uygulama Merkezi, 1986. (KİTAP)
• “Economic Development and Social Consciousness: Turkey under New Developmentalism Economies”, Hiromasa Kano ile, IDE, 1986.
1987
• “Kentleşme ve Yerleşme, Anayasa Mahkemesinin Arsa Düzenlemesine Bakış Açısı”, Türkiye I. Harita Bilimsel ve Teknik Kurultayı, Ankara, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, 1987, S.257-261.
1988
• “Türkiye’de Kent Yönetimi”, Ankara, Türk Sosyal Bilimler Derneği yayını, 1988. (KİTAP)
• First International Conference on BIOPOLITICS, “The Bio-Environment”, “URBAN PLANNING AND BIO-ENVIRONMENTAL POLICY”, Athens, Greece, May 6-10-1987. Ed. by Arvanitis, A.V., Pub. By Biopolitics International Organisation (B.I.O)1988, S. 172-180.
1993
• “Kent ve Siyaset Üzerine Yazılar (1975-1992), IULA EMME, İstanbul, 1993. (KİTAP)
• “Kentbilim İlkeleri”, Ankara, Sosyal Bilimler Derneği, 1976. (KİTAP)
1998
• “Kentbilim Terimleri Sözlüğü”, 2. Baskı, Ankara, İmge Kitapevi, 1998 (KİTAP)
1999
• Cevat GERAY, Cahit EMRE ve Ayşegül MENGİ ile birlikte, “Kentsel Toprak Rantının Kamuya Kazandırılması”, Ankara, TÜRKKENT, 1999.
2000
• “Kamu Yararı Üzerine”, Bedia Akarsu Armağanı, Der. Betül Çotukseven ve Özlem Doğan, İstanbul, İnkılap Yayınevi, 2000. (KİTAP)
• “Kent ve Çevre Değerleri Bağlamında Kamu Yararı Kavramı”, Melih Ersoy, H. Çağatay Keskinok (Der.), Ankara, Yargı Yayınları, 2000. (KİTAP)
• “Türkiye’nin İmar ve Planlama Düzeni”, Mimarlık, No:296 (Aralık 2000), S. 43-46.
• “Yerinden Yönetim ve Siyaset”, Genişletilmiş 4. Basım, İstanbul, Cem Yayınevi, 2000. (KİTAP)
2001
• “Kent, Kentleşme ve Planlama”, Mimarlık, Sayı:3 (Yaz 2001), S.79-81.
• “Planlamada Bölgesel Ölçek, Avrupa Birliği ve Çevre”, Avrupa Birliği’nde Mekan Planlama Stratejileri-Ekonomik ve Ekolojik Perspektifler, Uluslar arası Sempozyum, 10-11 Aralık 2001, S. 74-75.
2002
• “Türkiye’nin İmar ve Planlama Düzeni”, İmar Hukukunda Toplum ve Mimarlık, TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, YMMOB Mimarlar Odası Bursa Şubesi, İstanbul, Özdil Basımevi, 2002.
• Birol ERTAN ile Birlikte, “Çevre Hukukuna Giriş”, Ankara, İmge Kitabevi, 2002. (KİTAP)
• “Kentleşme Politikası”, 7. Baskı, Ankara, İmge Kitapevi, 2002 (KİTAP)
2003
• “Konut Hakkı Bir İnsan Hakkı mı?”, Mimar, İstanbul, 2003.
7 Şubat 2010 Pazar
BOLU İLİ PLANLAMASI ve DEPREM SONRASI GELİŞMELER
BOLU İLİ PLANLAMASI VE DEPREM SONRASI GELİŞMELER
Doç.Dr.Mehmet TUNÇER
I. BOLU İLİ ALT BÖLGESEL PLANLAMA ÇALIŞMALARI
Bolu İli Çevre Düzeni Planlaması (Ekonomik, Mekânsal, Sosyo-kültürel Gelişme Deseni - 1/100 000 Ölçekli) 1998 yılı sonlarından itibaren (Tarih ?) Bolu Valiliği, Bayındırlık ve İskân İl Müdürlüğü tarafından hazırlatılmaktadır .
Bu çalışma; Bursa İl Bütününü içeren planlama çalışması benzeri, ülkede İl bazında yapılması bakımından öncü çalışmalardan biridir. Merkezi yönetimin yerel birimi (Valilik, Bayındırlık İskân Müdürlüğü) tarafından ele alınarak sorunların çözümüne yönelik bütüncül yaklaşımlar getirmeyi hedefleyen bir planlama çalışmasıdır.
Bu kapsamda o dönemde Düzce ve Akçakoca İlçelerini de içeren Bolu İl sınırları bütününde gerekli araştırmalar, sentez ve değerlendirme çalışmaları hazırlanmış ve 1/100 000 ölçekte plan kararları geliştirilmiştir. Ayrıca, sorunların önceliklerine bağlı olarak, I. Öncelikli Planlama Alanı olarak belirlenen Düzce ve Akçakoca’yı içeren yaklaşık 83 000 hektarlık bir alanda 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planlama çalışmaları başlatılmış ve tamamlanmıştır.
II. AĞUSTOS ve KASIM 1999 DEPREMLERİ SONRASI PLANLI ve PLANSIZ GELİŞMELER
II.1. Afetzede Yerleşim Alanları Yerseçimi ve Planlaması
17 Ağustos 1999 tarihinde Doğu Marmara’da yaşanan deprem felaketi sonrasında, ağır hasar gören yerleşimler ve yakın çevresinde, “Marmara Earthquake Emergency Recovery Project” kapsamında Dünya Bankası kredisi ve Başbakanlık Proje Uygulama Birimi (PİUB) aracılığı ile “Afetzede Yerleşim Alanları” yerseçimi, planlaması ve uygulama çalışmaları yapılmıştır .
Bu çalışmalar kapsamında öncelikle ve ivedilikle; afetzede yerleşim yerleri için jeolojik bakımdan sağlam zeminler aranmıştır. Yeni yerleşme alan yer seçimleri, doğrudan ve hızlı bir şekilde PİUB ve Bayındırlık İskân Bakanlığı temsilcileri tarafından, depremin merkez üssü Marmara çevresinde yer alan Gölcük, Adapazarı, İzmit çevresinde yoğunlaşacak şekilde yapılmıştır. Daha önceden saptanmış bazı yerler ile yeni seçilen ve jeolojik etütleri yapılan sağlam zeminlerde yer seçim kararları oldukça hızlı bir şekilde verilmiştir. Bu yer seçim kararlarının bazılarının politik seçmeler olduğu bilinmekle beraber, genellikle daha önce belirlenmiş, bazen kentsel yerleşmelerden oldukça uzak, altyapısı bulunmayan yerler seçilmiş, hâlihazır haritaları hazırlanmış, jeolojik etütleri yapılmış ve planlanmıştır.
Bu ilk büyük ve güçlü depremde, Bolu çevresinde de kısmen hasar gören Gölyaka, Düzce ve Cumayeri çevresinde daha küçük ölçekte yeni yerleşim alanları saptanmış ve planlaması yapılmıştır .
Planlama çalışmaları, mimari projelerin dış veri olarak verilmesi ile toplam 4 ay gibi hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Tünel kalıp sistemi ile gerçekleştirilecek bir tasarım yapılarak, vaziyet planları ve uygulama imar planları hazırlanmıştır. Toplam 9 ayrı yerleşim biriminde 16 500 konut planlaması yapılmıştır.
Bu dönemde Bolu İli sınırları içinde bulunan Düzce, Cumayeri, Gölyaka’da küçük yerleşim alanları için yerseçim ve planlama, projelendirme çalışmaları yapılmıştır.
II.2. Yeni Yerleşim Alanları Yer seçimi ve Üst Ölçekteki Planlama Arasındaki İlişkiler
UTTA ve Kutluay Planlama Grubu tarafından Düzce ve Akçakoca kesimlerine yönelik olarak hazırlanmakta olan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni planlama çalışmaları bu dönemde onaysız olmakla birlikte, hemen hemen tamamlanmış ve makro planlama ve yerleşim kararları verilmiş idi.
Ancak, Düzce, Cumayeri, Gölyaka ve daha sonraları Konuralp’e yönelik olarak yapılan Afetzede Yerleşim Alanları yer seçim sürecinde bu makro kararlar dikkate alınmamış bu çalışmalardan bağımsız olarak yeni yerleşim alanları saptanmıştır.
12 Kasım 1999’da tekrarlanan ve bu defa merkez üssü Bolu İli, Düzce ve Kaynaşlı İlçeleri olan depremde, bu bölge büyük can ve mal kayıpları vermiştir.
Deprem sonrasında; bu defa Düzce çevresi, özellikle kuzey-doğu kesimleri ağırlıklı olmak üzere Bayındırlık İskan Bakanlığı tarafından deprem konutları yer seçimi yapılmıştır.
Deprem felaketleri öncesi; Bolu İli Çevre Düzeni Planı (1/100 000 Ölçekli) ile Düzce ve Akçakoca Kesimi 1. Etap Çevre Düzeni (1/25 000 Ölçekli) Planlarının tamamlanmış ve prensipte uygun bulunmuş olmasına rağmen, deprem sonrasında planlama çalışmaları durdurulmuş ve yeni yapılacak olan Bolu İli 1/25 000 ölçekli jeolojik etüt çalışmasının beklenmesine karar verilmiştir.
II.3. Bolu ve Düzce’nin Yönetimsel Olarak Ayrılması ve Planlamaya Etkileri
Bolu İli yönetsel sınırları içinde bulunan Düzce ’nin ayrılarak ayrı bir İl haline getirilmesi süreci ile de, Düzce-Akçakoca kesimine yönelik 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlama çalışmalarının kaderi belirsiz bir hale gelmiştir.
Bunun nedenleri arasında;
• Deprem sonrası bölgede yaşanan nüfus hareketleri ve 2000 yılı nüfus sayım sonuçları doğrultusunda planın yeniden güncellenmesi gereksinimi,
• Afetzede yeni yerleşme alanları, prefabrik yerleşimler, çadır kentler, çevre yolu gelişimi vb nedenlerle plan revizyonun gerekli olması,
• Düzce Valiliği’nin Bolu Valiliği tarafından yaptırılan planlama çalışmalarını yeterli ve değerli bulması, ancak kendi görüşleri doğrultusunda yeniden ele almak istemesi,
• Bu güne kadar planlamayı sürdüren ekibin devre dışı bırakılarak yeni bir ihale sürecine girilmesi,
sayılabilir.
Bolu Valiliğinde; Bolu ve Düzce İlleri yetkilileri ile Bayındırlık İskan Bakanlığı yetkililerinin katıldığı toplantıda;
• Bolu Valiliği’nin bu güne kadar sürdürdüğü planlama çalışmalarının daha fazla taşınamayacağı ve Düzce’ye ilişkin olanlarının bundan böyle Düzce Valiliği tarafından tamamlanması,
• Düzce Valiliği’nin 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlama çalışmalarını deprem sonrası gelişmelere ve Düzce kent merkezi planlamalarına bağlı olarak yeniden ele alması,
• Bolu İli planlamasının sürdürülerek, güncel veriler doğrultusunda revize edilmesi,
kararı verilmiştir.
Bu dönemde, Düzce yerleşiminin deprem sonrası 1/5000 ve 1/1000 ölçekli plan ilave ve revizyon çalışmaları Düzce Belediyesi tarafından başlatılmış, ancak bu çalışmalarda da 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli çalışmalardan yeterince yararlanılmadan planlama çalışmaları sürdürülmüştür.
III. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Görüldüğü gibi; bölgesel ve alt-bölgesel planlama çalışmaları ile kent planlama çalışmaları arasında ve afetzede yerleşim alanları yerleşim alanları yer seçim ve planlanmasında yeterince eşgüdüm sağlanamamış, tüm bu çalışmalar birbirinden bağımsız ve kopuk olarak süregelmiştir.
Böylece, özellikle Düzce çevresinde üst ölçekten gelen planlı bir gelişim şansı kaçırılmıştır. Bunda yönetsel kargaşa yanı sıra, deprem koşullarında hızlı hareket etme gereği de rol oynamıştır.
Süregelen planlama çalışmalarında eşgüdüm sağlama görevi Bayındırlık İskan Bakanlığı ve bağlı Bayındırlık İskan Müdürlüklerinindir. Yerel yönetimleri de devreye sokarak planlama çalışmalarının çok başlı olmaktan çıkarılması ve yönlendirilmesi gereklidir.
Düzce ve Bolu’da birbirinden kopuk olarak sürdürülmekte olan bölgesel, kentsel ve yerel / mevzi planlama çalışmaları, mutlaka birbiri ile ilişkilendirilerek doğru ve gerçekçi planlama kararlarına erişilmelidir.
Bolu ilinde 1/100 000 ölçekli planlama çalışmalarının bir an önce tamamlanarak, İl Konseyi toplantısında yapımına karar verilen ve II. Öncelikli Alt Bölge olarak belirlenen “Bolu-Gerede Aksı” 1/25 000 Ölçekli Çevre Düzeni Planları hazırlanmalıdır.
Düzce’de ise; var olan 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlar hızla revize edilmeli, güncel veriler doğrultusunda alt ölçekli (kentsel) planlama çalışmaları hazırlanmalıdır.
PLANLAMA - DEPREM : BOLU ve DÜZCE ÖRNEKLERİ
Fotoğraf Kaynak : http://www.egitimux.com/UserFiles/Image/deprem.jpg
PLANLAMA – DEPREM
“BOLU - DÜZCE ÖRNEĞİ”
Eylül 2001
Dr. Ahmet UZEL
Dr. Kamutay TÜRKOĞLU
Doç.Dr. Mehmet TUNÇER
I. GİRİŞ
Ülkemizde özünde spekülasyonun da bulunduğu yatırımcı tercihleri ve kaçak yapılaşma, beraberinde PLANSIZLIĞI getirmiştir. Bu istenmeyen gelişmede politik tercihler de rol oynamaktadır. Varolan imar hukukunun gereği gibi görünüyorsa da ülke-bölge ölçeğinden kente-yerele doğru plan hiyerarşisine uyulduğu ise kuşkuludur.
Kent plancıları ile merkezi ve yerel planlama birimlerinin, bir iletişim ortamında iyiye ve doğruya birlikte ulaşabilecekleri bir düzen kurulamamaktadır. Varolan yasa ve yetki kargaşası sonucu oluşan sektörel / parçacı plan kopukluğu da kamu ve toplum yararları ile çelişmektedir. Uzun zamandır hedeflendiği halde, planlama-uygulama süreçleri bütünlüğü sağlanamamaktadır. Oysa parçacı ekonomik ve politik istemleri değerlendirmek gerçekçi bir tutum gibi algılanmakta, spekülatif ranttan kaçınılamamaktadır.
Toplum ve kamu yararı adına seçilmiş bütüncül hedefler, tam anlamıyla “meşru” gösterilememektedir. Kamu ve toplum yararı kavramları, batı örneklerinden de çıkarak sorgulanmak / yeniden değerlendirilmek istenmektedir. Yanı sıra, planlamayı, kentsel tasarımı ve mimarlığı / yapılanmayı sağlıklı buluşturmak arzulanmaktadır. Bu çok disiplinli uğraşta, bilimsel özerkliğin, yaygın, sürekli iletişimin ve işbirliğinin kaçınılmazlığı yadsınamamaktadır.
Statik – dinamik planlama eleştirel ortamından çıkarak, geçmişten günümüze oluşmuş sorunlar ve yanı sıra kazanımlar ayırdında yeni bir politika ve hukuk düzeni arayışları kaçınılmaz görünmektedir.
Böyle bir düşünce ve hazırlık ortamında, ülkemizde yaşanan “17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Depremleri”, planlama ve uygulama ikilisinin hızlıca ele alınmasını zorunlu, hatta yaşamsal kılmıştır. Depremin ardından KHK şeklinde başlayan düzenlemeleri “İmar ve Şehircilik Yasa Tasarısı” izlemiştir. Birleşmiş Milletler UNDP öngörüsü olarak 1997 yılından bu yana “Afet Yönetimi Sisteminin İyileştirmesi” de gündemde bulunmaktadır. Yanı sıra, Avrupa Topluluğu’na girme hazırlıklarının sürdüğü bu dönemde, bunun gerektirdiği “Ortak Mevzuat” ve özellikle “Denetim Sistemi”, “Kaçak Yapılaşma Sorunları” ve “Korumacılık” açılarından bütünlük taşıyacak yasal düzenlemeler gerekmektedir.
II. PLANLAMA-DEPREM
Ülkemizin %92 sini kapsayan alanların derece derece deprem bölgeleri içinde yer aldığı bir gerçektir. Deprem zararlarının azaltılmasına ilişkin stratejilerin geliştirilmesi ise zorunludur. Doğal olarak bu bağlamda risk almanın da dereceleri gündeme gelmektedir. Bu riskin en aza indirilme akılcılığı ise yadsınamaz.
Riskin ölçülebilirliği ve kavranabilirliği, üzerinde uzlaşılması gereken bir olgudur. Bu olgu, planlamaya girdi oluşturan çok sayıdaki etmenle doğrudan ilişkilidir. Bu ilişkiler, bütünü ise, ancak ve ancak bütüncül kent planlama / altyapı, üst yapı, donatı yapımı, organizasyonu ile somut olarak ortaya konulabilir.
Genellikle deprem öncesinde, planlama süreçlerinde bu riskin azaltılması sorunu, ancak sınırlı olarak algılanmakta ve göz ardı edilebilmektedir. Oysa bu algılama eksikliği, deprem sonrasında, dar alan ve dar zamanda bir panik ortamı oluşturmaktadır. Bu son iki büyük deprem sonrası yaşananlar bunun üzücü ve somut örneklerini sergilemiştir.
Deprem sonrası karşılaşılan yerleşme sorunları kuşkusuz deprem öncesi eksiklik ve yanlışlara dayanmaktadır. Bu olgu genel olarak plansızlık ve yanlış planlama sorunları olarak da tanımlanabilir. Bu gerçek, depremlerden bir süre sonra; bir bellek kaybı ile gene göz ardı edilebilmektedir.
Böyle bir bellek kaybının önlenmesi için en önemli araç, gene kuşkusuz, deprem öncesi varolan ve deprem sonrası da başvurulacak olan “PLAN BELGELERİ”dir. Belgelerin bu amaçla sürekli kullanılabilirliği, taşıması gereken niteliklerinin bulunmasına ve planlama sistem bütünü içindeki saygınlık, güvenirlilik ve yaptırım gücüne bağlıdır.
“PLAN BELGELERİ”nin dayandığı çok sayıdaki temel veri, ilke ve genel hükümlerin yanı sıra, deprem verilerine de dayalı kısıtlayıcı, yönlendirici ve özendirici doğru karar ve uygulama araçları içermesi ön koşuldur.
Alt ölçekli planlarda, deprem sonrası yerleşme alanları için özel olarak ve yeterli hükümler yer almayabilir. Oysa üst ölçekli nazım planlarda, çevre düzeni planlarında bu girdiler kesinlikle yer almalıdır. Bu da, doğru zamanda, doğru mekânda ve özellikle kamu malı topraklar üzerinde, tüm boyutları ile düşünülmüş, programlanmış ve planlanmış bir girdi anlamında olmalıdır.
Böyle bir girdinin, zaman ve boyut bilinmezlikleri nedeni ile esnek olması doğaldır. Yanı sıra, varolan ve sürecek olan yaşam ve mekânla ilişkileri açısından da ancak üst ölçekli planlarda yer alması gereği ortaya çıkmaktadır.
Planlamaya ilişkin bu tür eksikliklerin deprem sonrasında Yalova, Gölcük, İzmit, Adapazarı ve Düzce çevresinde yarattığı bunalımlar bilinmektedir.
Konu ve yerellik özelinde, deprem öncesi ve sonrası yaşananlarla da ilişkili olarak, Bolu-Düzce Alt Bölgesel Planlama sorunları aşağıda özetlenmiştir.
III. BOLU İLİ ALT BÖLGESEL PLANLAMA ÇALIŞMALARI
Bolu İli Çevre Düzeni 1998 yılı sonlarından başlayan bir süreçte Bolu Valiliği, Bayındırlık ve İskân İl Müdürlüğü tarafından hazırlatılmaktadır .
Bu çalışma; Bursa İl Bütününü içeren planlama çalışması benzeri olarak İl ölçeğinde yapılması bakımından öncü çalışmalardan bir ikincisidir. Merkezi yönetimin yerel birimi (Valilik, Bayındırlık İskân Müdürlüğü) tarafından ele alınarak sorunların çözümüne yönelik bütüncül yaklaşımlar getirmeyi hedefleyen bir planlama çalışmasıdır.
Bu kapsamda o dönemde Düzce ve Akçakoca İlçelerini de içeren Bolu İl sınırları bütününde gerekli araştırmalar, sentez ve değerlendirme çalışmaları hazırlanmış ve 1/100 000 ölçekte plan kararları geliştirilmiştir. Ayrıca, sorunların önceliklerine bağlı olarak, I. Öncelikli Planlama Alanı olarak belirlenen Düzce ve Akçakoca’yı içeren yaklaşık 83 000 hektarlık bir alanda 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planlama çalışmaları başlatılmış ve tamamlanmıştır.
III.1. Yeni Yerleşim Alanları Yer seçimi ve Üst Ölçekteki Planlama Arasındaki İlişkiler
Bolu İli 1 / 100 000 ölçekli Çevre Düzeni Planı uyarınca Düzce ve Akçakoca kesimlerine yönelik olarak hazırlanmış olan 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni planları 17 Ağustos depreminin öncesinde onaysız olmakla birlikte, hemen hemen tamamlanmış ve ölçeğin gerektirdiği ayrıntıda makro planlama ve yerleşim kararları verilmiş idi.
12 Kasım 1999’da tekrarlanan ve bu defa merkez üssü Bolu İli, Düzce ve Kaynaşlı İlçeleri olan depremde, bu bölge, büyük can ve mal kayıpları vermiştir.
Deprem felaketleri öncesi; Bolu İli Çevre Düzeni Planı (1/100 000 Ölçekli) ile Düzce ve Akçakoca Kesimi 1. Etap 1/25 000 Ölçekli Çevre Düzeni Planlarının tamamlanmış ve prensipte uygun bulunmuş olmasına karşın, deprem sonrasında planlama çalışmaları durdurulmuş ve yeni yapılacak olan Bolu İli 1/25 000 ölçekli jeolojik etüt çalışmasının beklenmesine karar verilmiştir.
Ancak, Düzce, Cumayeri, Gölyaka ve daha sonraları Konuralp’e yönelik olarak yapılan Afetzede Yerleşim Alanları yer seçim sürecinde bu makro kararlar dikkate alınmamış bu çalışmalardan bağımsız olarak yeni yerleşim alanları saptanmıştır.
Düzce çevresi için de aynı tutum izlenmiş, özellikle kuzey-doğu kesimleri ağırlıklı olmak üzere Bayındırlık İskân Bakanlığı tarafından deprem konutları yer seçimi yapılmıştır.
III.2. Bolu ve Düzce’nin Yönetimsel Olarak Ayrılması ve Planlamaya Etkileri
Bolu İli yönetsel sınırları içinde bulunan Düzce ’nin ayrılarak ayrı bir İl haline getirilmesi süreci ile de, Düzce-Akçakoca kesimine yönelik 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlama çalışmalarının kaderi belirsiz bir hale gelmiştir.
Bunun nedenleri arasında;
• Deprem sonrası bölgede yaşanan nüfus hareketleri ve 2000 yılı nüfus sayım sonuçları doğrultusunda planın yeniden güncellenmesi gereksinimi,
• Afetzede yeni yerleşme alanları, prefabrik yerleşimler, çadır kentler, çevre yolu gelişimi vb nedenlerle plan revizyonun gerekli olması,
• Düzce Valiliği’nin Bolu Valiliği tarafından yaptırılan planlama çalışmalarını yeterli ve değerli bulması, ancak kendi görüşleri doğrultusunda yeniden ele almak istemesi,
sayılabilir.
Bolu ve Düzce İlleri yetkilileri ile Bayındırlık İskân Bakanlığı ilgililerinin ortak görüşü ise;
• Bolu Valiliği’nin bu güne kadar sürdürdüğü planlama çalışmalarının sürdürülmesi, Düzce’ye ilişkin olanlarının bundan böyle Düzce Valiliği tarafından tamamlanması;
• Düzce Valiliği’nin 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlama çalışmalarını deprem sonrası gelişmelere ve Düzce kent merkezi planlamalarına bağlı olarak yeniden ele alması,
• Bolu İli planlamasının sürdürülerek, güncel veriler doğrultusunda sonuçlandırılması,
olarak tanımlanabilir.
Bu dönemde, Düzce yerleşiminin deprem sonrası 1/5000 ve 1/1000 ölçekli plan ilave ve revizyon çalışmaları Düzce Belediyesi tarafından başlatılmış, ancak bu çalışmalarda da 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli çalışmalardan yeterince yararlanılmadan planlama çalışmaları sürdürülmüştür.
III.3. Afetzede Yerleşim Alanları Yer seçimi ve Planlaması
17 Ağustos 1999 tarihinde Doğu Marmara’da yaşanan deprem felaketi sonrasında, ağır hasar gören yerleşimler ve yakın çevresinde, “Marmara Earthquake Emergency Recovery Project” kapsamında Dünya Bankası kredisi ve Başbakanlık Proje Uygulama Birimi (PİUB) aracılığı ile “Afetzede Yerleşim Alanları” yer seçimi, planlaması ve uygulama çalışmaları yapılmıştır .
Bu çalışmalar kapsamında öncelikle ve ivedilikle; afetzede yerleşim yerleri için jeolojik bakımdan sağlam zeminler aranmıştır. Yeni yerleşme alan yer seçimleri, doğrudan ve hızlı bir şekilde PİUB ve Bayındırlık İskân Bakanlığı temsilcileri tarafından, depremin merkez üssü Marmara çevresinde yer alan Gölcük, Adapazarı, İzmit çevresinde yoğunlaşacak şekilde yapılmıştır. Daha önceden saptanmış bazı yerler ile yeni seçilen ve jeolojik etütleri yapılan sağlam zeminlerde yer seçim kararları oldukça hızlı bir şekilde verilmiştir. Bu yer seçim kararlarının bazılarının politik seçmeler olduğu bilinmekle beraber, genellikle daha önce belirlenmiş, bazen kentsel yerleşmelerden oldukça uzak, altyapısı bulunmayan yerler seçilmiş, hâlihazır haritaları hazırlanmış, jeolojik etütleri yapılmış ve planlanmıştır.
Bu ilk büyük ve güçlü depremde, Bolu çevresinde de kısmen hasar gören Gölyaka, Düzce ve Cumayeri çevresinde daha küçük ölçekte yeni yerleşim alanları saptanmış ve planlaması yapılmıştır .
Planlama çalışmaları, mimari projelerin dış veri olarak verilmesi ile toplam 4 ay gibi sürede, çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Tünel kalıp sistemi ile gerçekleştirilecek bir tasarım yapılarak, vaziyet planları ve uygulama imar planları hazırlanmıştır. Toplam 9 ayrı yerleşim biriminde yaklaşık 16 500 konutun planlaması yapılmıştır.
III.4. Düzce’de Yeni Planlama Sorunları
Düzce’de deprem konutları için yeni ve hızlı yer seçiminin Düzce merkezinden kopuk oluşu doğal karşılanmıştır. Bu kopukluk, deprem sonrası yeniden tanımlanması gereken eski yerleşik alanlar ve yeniden kurgulanması gereken kent merkezine görelidir.
Düzce’de kent merkezinin ve yerleşik alanların, geleceğe özel bir plan ve özel bir dokuda taşınabileceği kesindir.
Çevre Düzeni Planı, hem merkez, hem de çeperlerdeki gelişmeleri, kuşkusuz depremin dışındaki etmenleri de dikkate alarak tanımlamıştır. Düzce Kentinde deprem için konut yer seçimi bu plan öngörülerine kısmen uyum göstermektedir. Plan, tarım alanları ve su havzalarının korunması ilkesine dayalı olarak desantralizasyonu öngörmektedir.
Deprem Konut Alanları ile Merkez arasında kalan alanların ise değinilen Çevre Düzeni Planı’na göre tanımlanması ve merkezle ilişkilerin, ulaşım sisteminin de buna göre geliştirilmesi söz konusu olacaktır.
Özellikle kuzeye, Akçakoca’ya doğru yönlendirilmiş Çevre Düzeni Planı öngörüsü olmayan, devlet yolu geçişi, deprem konutları aracılığı ile gelişecek yeni konut çevresi ile ilişkisi açısından yeniden sorgulanmalıdır.
Deprem sonrası Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın yayımladığı genelgelerden doğan izlenimler, jeolojik verileri, planlama girdileri içinde olması gerekenden çok öne çıkartmıştır. Oysa yeni yerleşme alanlarını sadece deprem / jeoloji girdileri ile irdelemek, planlamanın diğer seçmelerinin göz ardı edilmesi anlamına gelmemelidir. Tarım alanları ve kırsal yerleşmeler ile su havzaları ve ormanlar bu bağlamda önem taşımaktadır.
Yersel, bütünden kopuk planlama / karar süreçlerinde oluşan, özellikle endüstriye yönelik deprem sonrası zorunluluk gibi algılanan istihdam yaratıcı ve çevresinde yer seçmeleri özendirici varolan ve süren girişimlerin de bu kapsamda ve revize Çevre Düzeni Planı kapsamında yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bütün bu olgular sürekli yaşatılan, yaşatılması gereken bir “Üst Ölçekli Plan”ın vazgeçilmezliğini tekrar ortaya koymaktadır.
III.5. Bolu – Düzce Alt Bölgesel Planlamasına İlişkin Genel Değerlendirmeler
Görüldüğü gibi; bölgesel ve alt-bölgesel planlama çalışmaları ile kent planlama çalışmaları arasında ve afetzede yerleşim alanları yerleşim alanları yer seçim ve planlanmasında yeterince eşgüdüm sağlanamamış, tüm bu çalışmalar birbirinden bağımsız ve kopuk olarak süregelmiştir.
Böylece, özellikle Düzce çevresinde üst ölçekten gelen planlı bir gelişim şansı kaçırılmıştır. Bunda yönetsel kargaşanın yanı sıra, deprem koşullarında hızlı hareket etme gereği de rol oynamıştır.
Süregelen planlama çalışmalarında eşgüdüm sağlama görevi Bayındırlık İskân Bakanlığı ve bağlı Bayındırlık İskân Müdürlüklerinindir. Yerel yönetimleri de devreye sokarak planlama çalışmalarının çok başlı olmaktan çıkarılması ve yönlendirilmesi gereklidir.
Düzce ve Bolu’da birbirinden kopuk olarak sürdürülmekte olan bölgesel, kentsel ve yerel / mevzi planlama çalışmaları, mutlaka birbiri ile ilişkilendirilerek doğru ve gerçekçi planlama kararlarına erişilmelidir.
Bolu ilinde 1/100 000 ölçekli planlama çalışmalarının bir an önce tamamlanarak, İl Konseyi toplantısında yapımına karar verilen ve II. Öncelikli Alt Bölge olarak belirlenen “Bolu-Gerede Aksı” 1/25 000 Ölçekli Çevre Düzeni Planları hazırlanmalıdır.
Düzce’de ise; Bolu İli 1/1000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı kapsamında hazırlanmış ve onama aşamasına gelmişken durdurulmuş bulunan, deprem sonrası koşul ve verileri uyarınca yeniden gözden geçirilmesi gereken 1/100 000 ve 1/25 000 ölçekli planlar; hızla yaşama geçirilmeli, güncel veriler doğrultusunda alt ölçekli (kentsel) planlama çalışmaları hızla yapılmalıdır.
IV. SONUÇLAR
“Planlama – uygulama İkilisi” ile igili bu tür yeni yaklaşımlar, planlarda “afet riskli” alanların risklerinin azalmasını sağlarken kendi etkinliği ve saygınlığını da pekiştirecektir. Kaçak yapılaşmayı özendiren etmenleri, imar affı ve ıslah planları ile ilgili yanılgıları azaltacaktır.
Bu durum, yürürlüğe girdiği 1985 yılından bu yana denetim mekanizması işletilemeyen 3194 Sayılı Yasa’nın değiştirilmesini de kapsayan yeni denetim süreçlerinin oluşturulması için kışkırtıcı da olacaktır. Yetki ve sorumlulukta akılcı dengelerin ve bağların kurulmasına katkı sağlayacaktır. Afet öncesi ve sonrası zorunlu olan çok girdili bir EŞGÜDÜM’ün de en önemli hukuksal dayanağını oluşturacaktır. Planlamanın “ÇAĞDAŞ AFET YÖNETİMİ” ve “AFETLERE İLİŞKİN MİLLİ PLAN”ın 1940’lı yıllardan beri geliştirilme çabalarındaki vazgeçilemezliği anlaşılacaktır. Deprem / Afet sonrası doğan konut gereksiniminin de ötesinde, işyeri kayıplarını yanıtlamak / istihdam yaratmak adına “plan bütünü”nün öngörmeyeceği başka / büyük kullanışlara karşı çıkabilecektir.
Böyle bir planlama ve uygulama ortamı toplumun bilinçlenmesine katılımına ve öz denetimine de olumlu katkı sağlayacaktır. Özellikle toprağın ekonomik bir değer olduğu bir sistemde, daha güvenilir, yarışan tekil fırsatları dışlayan, daha eşitlikçi bir ortamı oluşturabilecektir. Spekülatif yaklaşımları azaltabilecektir. Bir başka anlatımla, uzun vadeli önlemlerin en güvenilir hukuki bir temeli / aracı olabilecektir.
Planlama imar ve afet yönetiminden sorumlu, yetkili olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın varlığı da, bu nitelikleri ve gücü taşıyan böyle bir “Plan Belgesi”ni gerekli kılmaktadır.
Ancak böyle bir planlama ortamında, toplumsal gelişmelere dayalı, zaman içindeki değişmelere duyarlı bir esneklik içinde; doğru yanıtlar bulunabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)