Bu Blogda Ara
24 Şubat 2010 Çarşamba
TÜRKİYE'DE TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRELERİ KORUMA OLGUSU BAĞLAMINDA; "TAŞINIR" VE "TAŞINMAZ" KÜLTÜREL ÖGELERİN İRDELENMESİ, SORUNLAR VE POLİTİKALAR
Doç. Dr. Mehmet TUNÇER Yrd. Doç. Ayşe İŞBİLEN
Türkiye, binlerce yıllık bir geçmişe dayanan zengin uygarlıkların yaşadığı bir ülke olarak insanlığın kültürel mirasının korunması konusunda evrensel sorumlulukları yüksek olan ülkelerin başında gelmektedir. Kültür mirasının korunmasındaki önemi sadece geçmiş değerlerimizi gelecek kuşaklara tanıtabilmek amacıyla sınırlandırılamaz. Geçmiş birikimin geleceğin yaratılmasında en önemli kaynak olarak değerlendirilmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Kişilikli bir toplum olarak gelişebilmek için ulusların kültürel kimliklerini yeni yaşam çevreleriyle entegre etmeleri önem kazanmaktadır. Tarihsel, arkeolojik ve kentsel korumanın bir amacı da gelecek yerleşimlerin tasarlanmasında geçmişin tarihsel ve kültürel mimari ögelerinin kullanılması ve geçmişten geleceğe bir kültür köprüsünün kurulmasıdır. Bu konuda son yıllarda belirgin çabaların bulunduğu ancak yetersiz olduğu gözlenmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’nin son yıllarda “Hazır Giyim Üretimi ve Moda” alanlarında göstermiş olduğu başarı bir rastlantı değildir. Mezopotamya ve Türkiye, dünya kültür ve giyim tarihinin gerçek kaynağıdır. Anadolu’nun, tarih boyunca çok zengin bir kıyafet geçmişine sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Uluslararası açıdan bakıldığında da, Anadolu’nun; dünya giyim tarihinde önemli bir yeri olduğu görülür ve uluslararası açıdan bakıldığında da, Anadolu’nun; dünya giyim tarihinde önemli bir yeri olduğu görülmektedir.
Bu bildiri ile sunulmak istenen; Türkiye’de tarihsel ve kültürel çevreleri koruma olgusu bağlamında; "Taşınır", "Taşınmaz" Kültürel Öğelerin korunmasına yönelik sorunların değerlendirilmesi, ülkenin taşınır kültürel ögelerinin sanayileşme sonrası bir olgu olarak algılanan “Moda ve Avrupa Moda oluşumlarına” katkılarının, disiplinler arası bir çalışma içinde incelenerek irdelenmesidir.
Ayrıca, ülkemizde Taşınmaz Kültür Varlıklarının bakım ve onarımları öncesi ve sonrasında ortaya çıkan sorunlar, yasal ve yönetsel çerçeve ile bu konuda UNESCO yaklaşımları da bildiri kapsamında ele alınacaktır.
Bir başka amaç da; ülkemizde tarihsel ve kültürel çevrelerin korunması bağlamında, taşınır ve taşınmaz kültürel ögelerin irdelenmesi, bu ögelerin korunmasına yönelik ülkesel politikaların değerlendirilmesi, sorunların değerlendirilerek sürdürülebilirlik bağlamında politikalar geliştirilmesidir.
Anahtar Kelimeler: UNESCO, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Türk Giyim Kültürü, Giyim Endüstrisi
I. TÜRKİYE’DE TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMAYA YÖNELİK POLİTİKALAR
Tarih boyunca Türkler yaşadığı bütün yerlerde, genel olarak sosyal ve ekonomik yapılarının belirlediği düşünce, duygu, inanç, zevk, sanat, gelenek ve göreneklerini, yarattıkları yapıtlarına yansıtmışlar ve bu eşsiz eserler ile geleceğe ve insanlığa yön vermişlerdir.
Ulusal tarihimiz ve kültürel yaşamımızı oluşturan bu değerler, bizi biz yapan değerleri günümüze kadar taşıyarak büyük bir mirasın çekirdeğini oluşturmuşlardır. Tarihsel ve kültürel miras, geçmiş ile şu anda yaşadığımız zaman arasında bir köprü vazifesi görürken, kimliğimizin oluşumunda ve devam ettirilmesinde önemli bir pay sahibi olmuştur.
1970’li yıllardan beri uluslararası platformlarda yoğunlaşarak sürdürülen çabalarda ülkemiz de yerini almıştır. UNESCO’ ya üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 1983 yılında benimsediği “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi” hükümlerine göre taraf devletler toprakları içerisindeki kültür ve doğa varlıklarının korunmasını taahhüt etmiştir. Ülkemizden de Pamukkale, Göreme, Kapadokya, İstanbul, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Patara ve Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası “Dünya Kültürel Miras Listesi”ne alınmıştır.
Avrupa Konseyi ülkeleri ile ülkemiz arasında 1985 yılında imzalanan “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” 13.04.1989 Gün ve 3534 Sayılı Kanun ile yürürlüğe girmiştir. Akdeniz’in Kirletilmesine Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi gereğince Akdeniz’de ortak öneme sahip 100 tarihi sitin içinde ülkemizden de 17 adet sit korumaya alınmıştır.
Türkiye tarihin bütün dönemlerinde doğu ve batı arasında köprü niteliğinde olması, en önemli ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle, sentez bir kültürün zengin örneklerine sahiptir. Özellikle Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait anıtsal, dinsel ve sivil mimari örnekleri ülkenin her yöresinde zenginlikleriyle bulundukları yöreyi tarihi ve kültürel bir mekân haline getirmiştir. Sivil mimarinin en güzel örneklerine sahip geleneksel kent dokuları kendine has çıkmaz sokakları, iç içe girmiş evleri, çeşmeleri, meydanları ile açık hava müzesi niteliğindendir. Binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan veya doğa ile birlikte yarattığı ve bugün “Kültürel ve Doğal Miras” diye adlandırılan değerlerin korunması, çağımızda insanlığın ortak sorunu olarak kabul edilen ve üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Tarihi ve kültürel çevrenin korunmasına yönelik toplumsal bilincin yeterince gelişmemiş olması, kentleşmenin hız kazanması ile kentsel arsa rantının çok yüksek düzeylere ulaşması, imar planlarına hatalı yaklaşımlar, ekonomik yetersizlik, tarihsel çevreyi korumak, onarmak için yeterli kaynak bulunmaması, eğitim eksiklikleri, turizm amaçlı hatalı kullanımlar, çevreden verilen ödünler, bazı yerel yönetimlerin duyarsızlığı, çevre ve eski eser konusunda söz sahibi olan kurum ve kuruluşlar arasındaki yetki ve sorumluluk kargaşası nedenleriyle sahip olduğumuz değerlerin tahribi sürmektedir.
Türkiye’de günümüze kadar sürdürülen tarihsel ve kültürel çevre koruma politikalarının başarılı olduğunu söylemek olası değildir. Özellikle 1950 sonrası yaşanan kırsal alandan kentlere yaşanan göç ve hızlı kentleşme, 1980 sonrası ikinci konut ve turizm amaçlı kıyı yağması ile, 1990 sonrası Doğu ve Güney - Doğu Anadolu Bölgesinden güvenlik ve ekonomik nedenlerle göç olgusu kentlerin yüzlerce yılda oluşmuş dengelerini alt üst etmiştir. Kentlerin önce varoşlarında başlayan yasal olmayan yapılaşma (gecekondu), giderek imar aflarıyla kentleri bir kanser gibi sarmış ve günümüzdeki başlıca kentsel sorunlardan biri haline gelmiştir.
Kentlerin hızlı büyümesiyle, tarihsel kent dokularında ve tarihsel kent merkezleri üzerinde aşağıda özetlenen olgular ortaya çıkmıştır;
• “İmar” adı altında geleneksel dokuya uyumsuz yol açma, imar haklarını arttırma gibi koruma hedefi olmayan, hatta tamamen yıkıp ortadan kaldırmayı amaçlayan planlamalar yapılması,
• Bu planlar doğrultusunda, spekülasyon amaçlı olarak kentlerde geleneksel kent dokularının yıkılarak yerine dokuya aykırı taban alanları ve yükseklikler ile çevreye uyumsuz yeni yapılaşmalar oluşturulması,
• Sit kararı verilmesi ile eski plan uygulamalarının durdurulması, ancak korumaya yönelik planlama ve uygulama çalışmalarının yetersizliği nedeniyle geleneksel dokularda ve tarihsel kent merkezlerinde bakımsızlık, korunamama, köhneleşme, terk edilme ve çöküntü bölgesine dönüşme olgusu,
• Giderek aşırı yapı ve nüfus yoğunlaşması nedeniyle oluşan ulaşım ve otopark sorunları,
• Mülk sahiplerinin geleneksel dokuları terk etmesi ile bu alanlarda oluşan sosyal dönüşüm, gecekondulaşma ve sosyal çöküntü bölgesi niteliği.
Yukarıda saptanan sorunlar yöreden yöreye nitelik değiştirmekle birlikte ülkede genel sorunlar olarak gözlenmektedir. Kentlerin göç alma hızı, gelişme potansiyelleri, geleneksel dokunun niteliği (yapı malzemesi ve dokunun yeni gelişen kent kesimleri ile olan ilişkileri), turizm potansiyeli ve yerel yönetimlerin yaklaşımları her kentte tarihsel ve kültürel çevrenin korunma düzeyini farklı kılmaktadır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası uyarınca “Koruma Amaçlı Planların” Belediyeler tarafından yapılması gerekmektedir. Ancak, gerekli görüldüğünde Belediyeler Kültür Bakanlığı’ndan teknik ve parasal yardım alabilmektedir. Bazı kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya vb) koruma amaçlı planlama çalışmaları, yerel yönetimlerin kendi bünyelerinde oluşturdukları birimler aracılığı ile yapılmış ve halen yapılmaktadır. Bu planlama çalışmaları esnasında, yerel yönetimler teknik yönden yetersiz oldukları için ihale etme ya da proje yarışması açarak koruma amaçlı planlar elde etmektedirler. Bunlara örnek olarak;
Ankara / Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Geliştirme Proje Yarışması (Ankara Büyük Şehir Belediyesi), Ankara Kalesi Koruma Geliştirme İmar Planı Proje Yarışması (Altındağ Belediyesi / Kültür Bakanlığı), Antalya / Kalekapısı Çevre Düzenleme Yarışması, Gaziantep Hanlar Bölgesi Kentsel Tasarım Yarışması, Gebze Tarihi Kent Dokusu Düzenleme Yarışmaları verilebilir.
Kültür Bakanlığı, 1970’lerin başından buyana, 1710 Sayılı Eski Eserler ve 2863 – 5226 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasaları uyarınca geleneksel dokularda ve arkeolojik alanlarda saptama, belgeleme (tesbit ve tescil) ve sit alanlarının sınırlarını belirlemek işlevini sürdürmektedir. Bu alanların planlanmasına ilişkin çabalar birkaç özel örnek dışında (Kapadokya, Pamukkale, Bodrum gibi) 1980’lerin sonuna kadar etkin olamamıştır. 1980’lerin sonunda Kültür Bakanlığı geç de olsa bir atılım yapmış, yasa ile Yerel Yönetimlere bırakılmış olan koruma amaçlı planlama çalışmalarını ihale yöntemi ile başlatmıştır.
Bu ihaleler ile yapımı tamamlanmış ve halen sürmekte olan projeler bulunmaktadır. Ancak bu projelerin tamamlanması çok uzun sürmekte, bazıları da Belediye ya da müellif tarafından dava konusu edilmekte ve yarım kalmaktadır.
Tarihsel çevre koruma alanlarının bir kısmı da “Özel Çevre Koruma Alanları” ve “Milli Park” sınırları içine kaldığından (Ürgüp, Göreme, Patara, Xanthos, Pamukkale, Dalyan, Göcek gibi) çok başlı bir planlama ve uygulama yönetimi söz konusudur. Bu nedenle, bu alanlarda planlama yapma ve yaptırma yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı “Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü” ile “Özel Çevre Koruma Kurumu” ndadır. Bu alanlarda yer alan arkeolojik ve kentsel sit alanlarında yapılacak uygulamaya ilişkin onama yetkisi de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile özerk olduğu varsayılan (!) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Bölge Kurullarındadır.
Bu iki kurum arasındaki çatışmaya yörenin esas sahibi olan yerel yönetimler (valilik, belediyeler, köy tüzel kişilikleri) de katılınca ortaya çözülmesi güç bir karmaşa çıkmaktadır. Koruma amaçlı planın kimin tarafından yapılacağı, kimin tarafından onanacağı ve hangi etabın kim tarafından uygulanacağı hakkında sonu gelmez yazışmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. Buna en güzel örnek Kapadokya, Pamukkale ve Patara’daki güncel uygulamalardır. Bu örneklerin her birinin detayda incelenmesi koruma politikalarının günümüzdeki acıklı, hatta trajik komik durumunu ortaya koymaktadır.
Sorunlar bununla da bitmemektedir. Bir kurumun yaptığını öbürü beğenmemekte, koruma alanları yazboz tahtasına dönmektedir. Böylece zaten kısıtlı olan kaynaklar da heba edilmektedir.
II. ARKEOLOJİK SİT ALANLARINDAKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
• Arkeolojik sit alanlarında sınırlar belirsizdir ve sürekli değişkenlik göstermektedir, Koruma kurulu kararlarıyla I., II. ve III. Derece Arkeolojik sit alanları arasında kaydırmalar ve değiştirmeler yapılmakta, bu da kişiler arasında bu kararların değişebilir olduğu düşüncesini getirmektedir. Bu nedenle, bilimsel çalışmalara dayalı sınır saptamalarının bir kez yapılması, yeni bilgi ve belgelere, buluntulara dayalı olmadan bu sınırlarda değişiklik yapılmaması gereklidir,
• Arkeolojik sit alanlarının bazılarında çevre denetimi tam değildir, girişler kontrol altına alınmamıştır ve tam bir başıbozukluk hakimdir. Bu durum da kaçak kazılara ve eski eser hırsızlıklarına yol açmaktadır. Arkeolojik sit alanlarının ve ören yerlerinin, höyük ve tümülüslerin çevre denetiminin sağlanması, çit ile çevrilmesi ve önemli olanlarına bekçi denetimi getirilmesi gereklidir.
• Arkeolojik alanların korunmasına yönelik planlama çalışmaları ya yetersizdir, ya da hiç yoktur. Bergama, Perge, Pamukkale, Efes, Patara vb antik kentlerin korunmasına yönelik koruma amaçlı planlama çalışmaları ancak son yıllarda gündeme gelebilmiştir. Bu planlama çalışmalarının ve alt ölçekli proje paketlerinin bir an önce tamamlanması, politik ve kurumlar arası çekişmelerin bir tarafa bırakılarak bilimsel çalışmalarla planlama ve projelendirmelerin yapılması gerekmektedir. Ülke genelinde önceliklerin saptanması ve buna göre planlama ve yatırımların yönlendirilmesi gerekmektedir.
• Yerel yönetimlere bırakılmış kontrol ve koruma mekanizmaları parasal ve teknik olanaksızlıklar nedeniyle yetersizdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı yeterli denetimi yapamamakta ve yeterli desteği sağlayamamaktadır. Merkezden tüm alanların denetimi, bakımı ve onarımı olanaksızdır. Bu nedenle, önemli alanlarda yerel bürolar oluşturulması, teknik ve parasal olanaklarla donatılacak bu büroların etkin planlama, projelendirme ve uygulama yapmasının sağlanması gereklidir.
• Arkeolojik alanlara ve ören yerlerine giriş düzenlemeleri, tur güzergâhı düzenlemeleri, dinlenme ve servis noktaları düzenlemeleri genellikle çok yetersiz, ilkel ve bilimsellikten uzaktır. Turizme açılan birçok ören yerinde bu yetersizlikler gözlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle tip projelerle (tuvalet, giriş yeri, danışma, dinlenme noktası, hediyelik eşya satış üniteleri vb), daha sonra da yöreye özgü mimari tasarımlarla uygulamaya girecek tasarımlar elde edilmelidir. Bu tasarımlar için yarışmalar yolu ile proje elde edilmesi de önemli sonuçlar verebilecektir.
• Kaçak kazıların önlenmesi, yurt dışına kaçırılan eski eserlerin geri getirilmesi, kazıların denetimi ve bulunan eserlerin sergilenmesi her biri başlı başına zorlu ve uğraş gerektiren konulardır. Var olan müzelerin geliştirilmesi, antik kentlerin açık hava müzeleri olarak sergilenmesine yönelik çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yerel Yönetimlerin ortaklaşa çalışmalarını gerektiren konulardır.
III. KENTSEL SİT ALANLARINDAKİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
• Arkeolojik sit alanlarında gözlenen, sınır değişmeleri, tescile alınma/tescilden düşme, plansızlık, denetimsizlik ve benzeri sorunlara kentsel sit alanlarında da rastlanmaktadır.
• Bütün bunların yanı sıra; ülkemizdeki hızlı nüfus artışı ve kentleşme, kırdan kente göç olgusu, kentlerin plansız büyümesi, arsa spekülasyonu kentin korunması gerekli konut dokusu üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkiler yapmaktadır. Kent merkezlerinde yer alan tarihsel kent merkezleri ve geleneksel kent dokuları, kentin hızlı büyümesi, yoğunluk artışı ve çok katlı olarak yıkılıp yapılaşmalardan etkilenmekte, geleneksel kent dokuları tüm çabalara ve yasal sınırlamalara rağmen yer yer yok olmaktadır.
• Kentsel ölçekte (doku ölçeğinde) koruma olgusunun ülkemizde gecikerek ele alınması, İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir, Konya, Kayseri gibi pek çok kentimizin pitoresk görünümlerini kaybetmesine neden olmuştur. Gecikerek de olsa 1980’lerden sonra korumaya yönelik planlama ve projelendirme çalışmaları yaygınlaşmıştır. Yetkilerin yerel yönetimlere verilmesi sonrasında ise birçok yerel yönetim kendi kentlerine sahip çıkmaya başlamış, koruma amaçlı planlama çalışmalarına girişmişlerdir.
• Son yıllarda “Tarihi Kentler Birliği” ve ÇEKÜL Vakfı’nın çabalarıyla koruma konusunda belirli bir bilinçlenmenin başladığı ve bazı kentlerin kendi aralarında koruma konusunda yarıştıklarını söylemek mümkündür.
• Ancak, gene de bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek olası değildir. Turizmin de etkisi ile belirli bir tarihi çevre koruma bilincinin oluştuğu söylenebilir. Kültür Bakanlığı’nın ancak 1990’ların başından itibaren koruma amaçlı planlama çalışmalarını başlatması, ne kadar gecikmiş olunduğunun bir göstergesidir. Önemli olan Koruma Planı yapmak değil onun uygulanmasına yönelik bir takım organizasyonel ve parasal önlemleri almak ve uygulamaktır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sürekli değişken politik kararlara bağımlı bu günkü yapısı ile bunun olabileceğini düşünmek olası değildir. Ne yazık ki, Koruma Kurul üyelerini görevden alarak, başka yerlere sürerek ya da sürekli olarak yerlerine “Bilimsel Koruma” konusunda bilgisiz ve uzmanlaşmamış kişileri atayarak oluşturulmakta olan bir “KAOS” ortamında, yakıp yıkmak isteyenleri, spekülatörleri koruyan kararların yaygınlaştığı gözlenmektedir.
IV. SÜRDÜRÜLEBİLİR KORUMAYA YÖNELİK GÖRÜŞ VE ÖNERİLER
Ülkemizde binlerce yılda oluşmuş tarihsel ve kültürel varlıkların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması konusunda on yıllardır süregelen ihmal ve yağmanın sonucunda gelinen nokta bu varlıkları tümüyle olmasa bile büyük kısmını kaybetme noktasıdır. Buna önlem alması gerekli yerel ve merkezi yönetimin bugün bu konularda yetersizlikleri gözlenmektedir. Her aydına düşen çaba da kültürel ve tarihsel değerlerin korunması çabalarında aktif yer almaktır.
Turizmin tarihsel çevreyi ve özellikle taşınmaz (intengible) kültürel değerleri yıprattığı, yozlaştırdığı muhakkaktır. Bunun en çarpıcı örneklerini Bodrum, Side, Marmaris, Antalya gibi kitle turizminin yoğun olduğu yörelerde görmek olasıdır.
Ancak, gelişmekte olan, turizm rekabeti az olan Beypazarı gibi yörelerde ise turizmin itici, kalkınmayı sağlayıcı rolünü de görmek gereklidir.
Önemli olan "Koruma Planları" ile hem taşınır kültür varlıklarını hem de sosyo-kültürel, folklorik değerleri koruma altına almaktır.
Taşıma kapasitesi belirleyerek yığılmayı önlemek, merkeze olan talebi başka yörelere yönlendirerek (desantralize ederek) çevrede yeni odaklar yaratmak gibi politikalar geliştirilmelidir.
Safranbolu, Beypazarı, Kaş, Amasra gibi yerleşimler kültürel turizmi geliştirmeselerdi belki de bu kadar korunamayacaklardı. Ancak önemli olan bu yerleşmelerde arsa ve konut spekülasyonunu dizginlemek, koruma ve sağlıklaştırma plan ve projelerini hassasiyetle uygulamak, halkı bu konularda uyaracak sivil toplum kuruluşlarını geliştirmek, taşınmaz kültürel değerleri ortaya çıkararak (yemek, müzik, folklor, giyim-kuşam, el zanaatları, halıcılık, kilim vd) koruma altına almak, patent alarak tanıtmak, geliştirici önlemler almaktır.
Atalarımızdan bize miras kalan bu tarihi ve kültürel mekânların korunması konusunda yönelik çağdaş anlamda geçerli ve tutarlı bir “koruma politikası”nın ortaya konması çok önemlidir. Son düzenlemelere rağmen ulusal mevzuatın güncel ve uygulanabilir şekilde yeniden düzenlemesine ihtiyaç vardır. Tarihi ve kültürel çevre değerlerin korunması konusunda yasal ve yönetsel kargaşa giderilememiştir. Koruma konusunda yapılan yasal, yönetsel düzenlemeler ve uygulamaya yönelik olarak alınan kararlar sürekli değişmektedir. Bu kargaşanın giderilmesinin önemi büyüktür.
Bu bildirinin kısıtlı çerçevesi içinde taşınır ve taşınmaz kültürel varlıklarımızı korumaya yönelik olarak “Sürdürülebilir Koruma Politikaları” olarak nitelendirebilen aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir.
1. Tarihsel çevreler, geleneksel konut dokuları, “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı doğrultusunda sadece kültürel varlıklarımız olarak değil, birer konut stoğu olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.
2. Bu doğrultuda, sadece koruma değil, sağlıklaştırma ve yenilemeyi de içeren planlama ve projelendirme çalışmaları yapılmalıdır.
3. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın günümüzdeki bürokratik, ağır işleyen, iş yapamayan, teknik olarak zayıf niteliği mutlaka iyileştirilmelidir. Bakan’a, Müsteşar’a ya da Genel Müdür’e göre günden güne değişen politikalar yerine uzun vadeli, ülke kaynaklarını ve önceliklerine göre saptanan politikalar oluşturulup uygulamaya konmalıdır.
4. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yerel birimleri olan Koruma Kurulları ve Büro Müdürlükleri günümüzdeki edilgen, hantal, sorunları çözemeyen, korumayı geciktiren yapılarından kurtarılarak, etkin, teknik ve parasal donanımlı, aktif mekanizmalar haline getirilmelidir.
5. Koruma konusunda yasalardaki ve örgütsel yapıdaki çok başlılık mutlaka önlenmelidir. Yetki ve sorumluluk dağılımı yeniden gözden geçirilerek tek bir “Kent ve Çevre Koruma Yasası” oluşturulmalıdır.
6. Yerel Yönetimlere (Belediye ve İl Özel İdareleri) yönelik teknik ve parasal destek arttırılarak ve yaptıkları hizmetler denetlenerek, yerinde koruma ve geliştirme politikaları uygulanmalıdır. 14.07.2004 tarihinde kabul edilen 5226 Sayılı Yasa ile getirilen destekler uygulamaya konmalı, KUDEB’ler oluşturularak uygulamada teknik ve parasal destek sağlanmalıdır.
7. Yörede yaşayan halkı tarihsel çevre konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek, onların koruma konusuna olumlu katkı ve katılımlarının sağlanması en önemli uygulama aracı olarak görülmektedir. Çocuk yaştan başlayarak ülkedeki kültür çeşitliliğinin ve kültür varlıklarının öğretilmesi, tanıtılması ve sevdirilmesi büyük önem taşımaktadır.
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ, GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ,GELENEKSEL TÜRK EL SANATLARI BÖLÜMÜ TARAFINDAN, 16-18 KASIM 2006 TARİHİNDE İZMİR'DE DÜZENLENEN "ULUSLARARASI GELENEKSEL SANATLAR SEMPOZYUMU" NDA SUNULMUŞ VE YAYINLANMIŞTIR.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder