Bu Blogda Ara

3 Şubat 2011 Perşembe



EN BÜYÜK ÇEVRE SORUNU : SAVAŞ

Doç. Dr. Mehmet TUNÇER
(Bu yazı Irak Savaşı öncesinde yazıldı)

Herkes savaştan söz eder ve haykırırcasına “SAVAŞA HAYIR! DİKTATÖRLERE HAYIR! KATLİAMLARA HAYIR!” derken benim tutup da tarihi ve kültürel yapılardan, Ankara’nın ilk planlarından bahsetmeye devam etmem ne derece doğru olurdu... Ben de, binlerce kez yazıldığı gibi, savaşın insanlara olan ölümcül, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik boyutu yanı sıra, “Kent ve Çevre” boyutundan, bir kez daha yaşanan ve yaşanabilecek çevresel ve kentsel  felaketlerden bahsetmek istiyorum.

Kentlerin bombalanması, akıllı da olsa (bu lafa da inanın ki sinir oluyorum, akıldışı bir tahribat için akıllı füze üretmek hangi insanlık dışının işi!!)  füzelerle vurulması,  kentsel altyapıların, içinde masum (askerlerin de çocukları ve sevdikleri var) insanların yaşadığı binaların yıkılması, yangınlar oluşması sonucunu doğurmaktadır. Hele biyolojik ve radyoaktif içerikli silahlar kullanıldığında sonuçlar düşünülemeyecek kadar insanlık dışı olmaktadır.

Bunun örneklerini, 20 yüzyıl boyunca insanlık pek çok yerde yaşadı, en son da Körfez, Bosna ve Afganistan savaşında...
Sığınaklara sığınmış yüzlerce masum kadın, çocuğun hangi akılsız (!) bomba tarafından vurulduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun bir daha yaşanmaması gerekli, ama bunu yapmak için ışıkları yakıp söndürmek yetmiyor ve yetmeyecek...
Savaşın kapımızda olduğu ülkemizdeki protestoların cılızlığı, diğer ülkelerdeki yoğun katılım acaba biz çok mu duyarsız bir millet olduk dedirtiyor insana.. Ama, sınırdaki gençler herhalde bizler için başka şeyler düşünüyorlar..

Savaşlar kadar çevreyi ve kentleri tahrip eden bir başka olgu yok... Birinci ve ikinci dünya şavaşlarının ve ondan sonra gene devam eden yerel savaşların sonuçlarını bir göz önüne getiriniz.. Yıkıntılar, ölüler, yaralılar, acı çeken doğa ve insanoğlu...Çıkar uğruna, petrol uğruna ne uğruna olursa olsun,  Atatürk’ün dediği gibi “Bir milletin bağımsızlığı söz konusu değilse, savaş bir cinayettir”..

Sadece yaşanılan kentler değil, tarih ve kültür mirasları da savaşlarda büyük zarar görür.. Afganistan’da yerle bir edilen dev Buddha heykellerini unutmadık henüz.. Doğal çevre’de kirlenir, yangınlarla yok olur, petrol kuyularının yakılmasının ilk Körfez Savaşında çevreye verdiği zararı “Global Bir Çevre Felaketi” olarak nitelendiriyor uzmanlar..

BUDA HEYKELİ YIKIM ÖNCESİ


Tarihçi ve yazar Murat Bardakçı’ya göre;
 “Bush’un hedefi 1100 yaşındaki Türk Şehri” ..

Bağdat’ın 100 kilometre kuzeyinde bulunan ve 57 kilometrekarelik bir alanı kaplayan Samerra Şehri’nin günümüzde dünyadaki en geniş arkeolojik yerleşim alanı kabul edildiğini, tarih boyunca birbirini takip eden medeniyetlerin yaşadığı topraklarda, yani MEZOPOTAMYA’da bulunan Irak’ın dünyanın önde gelen arkeoloji ve tarihsel alanlarından biri olduğunu ve bunların çıkması olası bir savaşta tarih sahnesinden silinmemesi dileğini okudum ve ben de bu dileklere katılıyorum..  

(Savaştan önce yazılmıştı bu satırlar!! Ve korkulan oldu, Bağdat Arkeoloji Müzesi, Kütüphanesi, Babil Arkeolojik Sit Alanı yağmalandı, yakıldı, talan edildi!))
Irak, Sümerler’den bu yana birçok medeniyetin beşiği olmuş, daha sonra da İslam dünyasının en seçkin kültürel ve dinsel merkezlerinden biri haline gelmiş.. İşte bu şehir bombalandı ve bombalanacak....
Aklıma bir uluslar arası sözleşme geliyor.. “Silahlı Bir Çatışma halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme” ..

Bu Sözleşme La Haye’de 14 Mayıs 1954 Tarihinde İmzalanmış ve bunun uygulanmasına ülkemizin katılmasına yönelik 563 Sayılı Kanun’da TBMM tarafından 2.4.1965 tarihinde kabul edilmiş.. Tam metnini, Şubat 2003 tarihinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yayınlanan “Kültürel Miras” özel sayısında bulabilirsiniz..

Buna göre “Her millet dünya kültürüne kendinden bir şey katmış olduğu cihetle, hangi millete ait olursa olsun, kültür eserlerine karşı vakı olacak tecavüzlerin bütün insanlığın kültür mamelekine (varlıklarına) karşı işlenmiş tecavüzler sayılacağına inanmış” tır.

Ve de; “Kültür  mallarının korunması yönünde mümkün olan her türlü çareye başvurulmasına karar vermiş” tir.
Ayrıca, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında, bütün kuşların üreme devrelerinde ve muhacir (göçmen) kuşların yuvalarının bulunduğu mahallere göçmeleri nedeniyle yabani halde yaşayan kuşların korunmalarının da mecburi olduğunu “Kuşların Himayesine Dair Milletlerarası Sözleşme” Madde 2’den öğreniyoruz. Yani, bu aylarda Savaş olursa Uluslar arası bu Sözleşme Hükümleri de geçerlidir!

Aynı zamanda; 1982 tarih ve 2658 Sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” , hükümlerine göre de “SAVAŞ” OLMAMALIDIR.. Ayrıca savaşın sonuç ve etkileri; bizim de dahil olduğumuz, “Uzun Menzilli Sınırötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi”, “Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi” vd. uluslar arası sözleşme ve antlaşma hükümlerine aykırıdır.

Umarım, önce insanları, sonra da doğal ve kültürel çevremizi koruma yolunda tüm taraflar ve tüm insanlık büyük bir adım atar... gene Atatürk’ün bir sözü ile bitirelim;

 

BUDA HEYKELİ YIKIM SONRASI

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder