Bu Blogda Ara
2 Aralık 2009 Çarşamba
TARİHSEL ÇEVRELERDE KORUMA – KENTSEL TASARIM VE KENT PLANLAMA İLİŞKİLERİ
ANTAKYA’NIN TARİHİ VARLIKLARINI
KORUMA TOPLANTISI
“TARİHSEL ÇEVRELERDE KORUMA – KENTSEL TASARIM VE KENT PLANLAMA İLİŞKİLERİ : ANKARA VE KONYA ÖRNEKLERİ ve ANTAKYA’YA YÖNELİK GÖRÜŞ VE ÖNERİLER”
Doç. Dr. Mehmet TUNÇER
Konferans Band Çözümü
17 OCAK 2001
ANTAKYA BELEDİYESİ
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Antakya Belediye Başkanı Sevgili İRİS Şentürk’ün, her zaman olduğu gibi kent için bir şeyler yapmak çabalarının bir parçası olarak burada bir aradayız. Kentimize çok şey kazandırdı ve buna da devam edeceğine inanıyoruz.
Biz Hatay Arkeoloji Dostları Derneği olarak bir sivil toplum örgütü niteliğiyle çalışmalarımızı sürdürürken “bir arada neler üretebiliriz, nasıl katkıda bulunuruz?” derken Sayın Başkandan özel teklif geldi ve “gelin birlikte bir şeyler yapalım” denildi. Bunun üzerine kente bir kent müzesi kazandırmak fikri doğdu. Kent müzeleri, şu anda bütün dünyada müzeciliğin bir ilerleyiş aşaması olarak ele alınıyor. Bilindiği gibi ilk belediye binamız, bunun altındaki, bu güzel şirin binanın giriş katı bu iş için son derece uygun ve Sayın Başkan bu mekanı iyi değerlendirmek istiyor “kent müzesi” deyince her şeyden önce kentin tarihi bir kent olması; Antakya da böyle bir kent. Dolayısıyla, yapacağımız her şey, çalışacağımız, üreteceğimiz her ürün orada çok rahatlıkla sergilenecek ve belediyemiz, kendine yakışır bir biçimde Antakya’yı oluşumundan bugüne dek hem bizim gözümüzün önüne, hem de bütün dünyaya sergileyecek.
Bu bağlamda bir kent arkeolojisi kavramı, artık bütün bilim dünyasına hakim oldu; biz de buna bir göz atmak istiyoruz. Kent arkeolojisi “kentsel arkeoloji” denilen kavram nedir? Kısaca buna değineceğim. Kent arkeolojisi; geriye gidersek 1870’li yıllarda, öncelikle Kuzey Avrupa ülkelerinde başlayan ve kenti yenilemek çabalarıyla insanların karşılaştıkları sorunları çözmeye çalışan bir uğraş alanıdır. Arkeoloji, bilindiği gibi eskiyi günümüze taşıyan bir bilim dalıdır. O halde kent arkeolojisi kavramı, Antakya için gerçekten biçilmiş bir sözcüktür. Kentimizin bugün yaşadığımız düzeyin altında bulunan yer katmanlarında neler var, neler yok? Bunları yeryüzüne nasıl çıkarırız ve bugünkü yaşamımızla nasıl bütünleştiririz; bir başka deyişle tarihsel çevreleri, o eski şeyleri yeniden nasıl yapılandırırız sorularının yanıtlarını, bu kentsel arkeoloji çalışmaları yöntemleriyle ortaya koymaya çalışacağız. Bu bir başlangıç, bunu yakın gelecekte işleyeceğiz, hep beraber konuşacağız, bir kent müzesine dönüştürerek, Sayın Başkanımızın da rüyalarını gerçekleştireceğiz.
Bütün bunları yaparken Tarihi Kentler Birliğinin kurulmasında önemli rol alan, yine Başkanımızın, 22 Temmuz 2000’den bu tarafa bir başka toplantıyı da burada gerçekleştirmeyi diliyoruz. Bundan sonrakilerin de bir tanesinin olacağı müjdesini bugün öğrendim; buna da çok sevindim. 53 belediyenin katılımıyla başlayan bu toplantılar, sanıyorum belli periyotlarla sürecek. Biz de Antakyalılar olarak toplantılarla bundan birtakım konuları öğreneceğiz.
Bugün aramızda çok değerli bir hocamız var. Kendisi Doç. Dr. Mehmet Tunçer, hoş geldiniz hocam. Mehmet Tunçer hocamız, kısaca 1956 İstanbul doğumlu, çok genç ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir Bölge Planlama Bölümünü 1980 yılında bitirdi. Aynı bölüm ile restorasyon bölümü ortak yüksek lisans programında kentsel koruma konusunda uzmanlık eğitimini 1985 yılında tamamladı. Roma’da 1986 yılında, ICCROM diye bilinen Uluslararası Kültür Varlıklarını Koruma ve Restorasyon Eğitim Merkezi bursu ile tarihsel kent merkezlerinin korunması konusunda eğitim gördü. 1981-1987 yılları arasında Ankara Belediyesinde Ankara tarihi kent merkezi koruma, geliştirme, planlama çalışmalarını başlattı. 1995 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Doktoru (kent ve çevre bilimlerinde), 1999 yılında ise Şehircilik Ana Bilim Dalı Kentsel Koruma Bilim Dalı Doçentlik unvanını aldı. Kamu ve özel kuruluşlarda şehir ve bölge planlaması, kentsel tasarım, tarihsel ve doğal çevre koruma, geliştirme, ağırlıklı planlama ve projelendirme çalışmalarında proje yöneticisi, danışman ve koruma plancısı olarak görev yaptı ve yapıyor.
Görev aldığı plan ve projelerin başlıcaları Ankara, Bergama, Perge, Patara, Şanlıurfa, Konya, Talas kentsel arkeolojik ve doğal SİT alanları koruma plan ve tasarım projeleriyle, Antalya çevre projesi, Malatya Nazım Planı, Antalya Büyükşehir Nazım Planı (2015) ve Falez kıyı bandı ile Sarısu, Boğaçayı, Düden Çayı ......., Bolu ili bölgesel planlama çalışmaları, İstanbul-Ataköy-Büyükçekmece kıyı düzenlemesi ve Elmalı Barajları, doğa parkı, afetzede yerleşim alanları proje çalışmalarını sayabiliyoruz.
1986 yılından bu tarafa Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ile 1999 yılından bu yana Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalında öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Üyeliği yapmıştır ve çeşitli bilimsel toplarda sunmuş olduğu çok önemli 40’ın üzerinde bilimsel yayını vardır.
Hocamızın bu özgeçmişini özellikle size okumak istedim; çünkü gördüğünüz gibi kendisi gerçek bir kent korumacısı, tarihsel çevre, doğal çevre korumacısı ve çevre plancısı. Çevre planlamasını birazdan en iyi örnekleriyle bize anlatacak. Bir şehir, planlaması yoksa kendisi de yok olur. O yüzden “Antakya şehrimiz nasıl planlanır ya da planlayabilir miyiz, neler yapabiliriz?” şeklinde hem genel örnekleriyle, hem özele indirgenmiş kent örnekleriyle karşılıklı olarak bugün tartışacağız ve doğal, kentsel, arkeolojik SİT alanlarımızın korunmasına ilişkin önerileri, ön fikirleri burada beraberce tartışacağız. Bunları nazım plan ölçeğinde, uygulama planları ölçeklerinde, kentsel tasarım ölçeklerinde yapacağız ve bir de Sayın Valimizin Derneğimizle ortak yürütmeyi kabul ettiğini, bize gerçekten sıcak baktığı bir konuda Antakya Ulucamii çevre düzenlemesi konusunda neler yapabileceğimizi tartışacağız.
Burada herkesi katılımcı olarak konuşmalarımıza davet ediyoruz; ama öncelikle Sayın Belediye Başkanımız birkaç söz söylemek isterlerse onu kürsüye davet edeceğim ve hemen hocamıza söz vereceğim.
Teşekkür ederim.
İRİS ŞENTÜRK (Antakya Belediye Başkanı)- Önce bu olay nasıl başladı, niye bu noktaya geldi bununla ilgili bir-iki söz söylemek istiyorum. Bu çok dar çerçeveli bir toplantı. Bir panel, bir konferans statüsünde hazırlanmış değildir. Sadece benim kafamda bir hedef vardı, Antakya’da bir kent müzesinin oluşturulması gereği vardı. Bununla ilgili sevgili Berna hocamızla uzun uzun konuşmuştuk; çünkü onun güzel, somut yaptığı bir iş, Hatay Belediyesi Müzesi işi var. Bu çerçevede konuşurken Antakya’nın kent planlamasıyla ilgili, tarihi dokusuyla ilgili proje çalışmaları ne olabilir, ne olamaz konusunu konuşacağız. Bu konunun erbabı bir hoca olduğunu öğrendim. Sevgili hocamı, Mehmet hocayı önerdik “karşı karşıya getirelim ve Antakya’da bu işe meyilli olan, bu konuyu tartışabileceğimiz küçük zümre yaratalım. Antakya için ne yapabiliriz? Bir fikir fırtınası oluşturulsun; ama bu arada işin erbabı hocamız da bize yol gösterici olsun ve ortaya ortak bir çalışma çıksın” dedik; böylesi bir çalışmaydı bu. O yüzden özellikle geniş bir katılım istemedik. Hatta “bu konuyu çok yaymadan, kendi içimizde konuşalım. Ondan sonra plan, projeler çıksın” dedik; çünkü Antakya buna layık diye düşünüyoruz. Hepimiz Antakya’da tarihi kent dokusunun ön plana çıkarılması için bu işin bilenleri, uzmanları ne yapar, ne etmez, ne önerir, hangisi onu önerir, bunların kaynakları nasıl bulunur? Bütün bunların bir ön çalışması olur diye düşündük. Bununla ilgili çalışmaları daha önce gerçekleştirdik zaten; ama daha somut bir adım atalım. Bu işi yapan ve neyi, nerede, nasıl yaptığını anlatacak bir uzman hocamızın buraya getirilmesi uygun olur diye düşündük. Sağ olsunlar, geldiler karşılıklı fikir alışverişi yaptık.
Teşekkür ediyorum. Şu anda ben de dinleyiciyim buradaki her arkadaşımızın vereceği katkı, hepimizin önemle üstünde duracağı katkı olacak; tabii bunu siz yönlendireceksiniz “hoş geldiniz” diyorum.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Öncelikle beni davet eden Berna Alpagut hocama, Hatay Arkeolojik Dostları Derneğine teşekkür ediyorum. Ayrıca bizi destekleyen, bu çalışmaları izlemeye gelen Sayın Başkanımıza, İRİS Hanıma teşekkür ediyorum ve hepinize “hoş geldiniz” diyorum. Heyecanımı maruz görün; umarım birazdan açılırım.
Bu konu bana aktarıldığında tabii heyecanlanmamak mümkün değil. Antakya çok önemli bir antik kent, binlerce yıllık geçmişi var. Berna hocam sağ olsun “çok genç” dedi; ama pek o kadar genç sayılmayız. Kendisi çok genç, latife ediyor; ancak gençlikle birlikte deneyim de tabii önemli. 20 yıldır korumayla ilgili konularda ağırlıklı olarak çalıştığım için size acaba ne tür bir takvim yaparsam diğer örnekler de Antakya’ya bir örnek olur, nasıl bir yol alabiliriz? Şeklinde düşünüp hemen elimdeki bilgisayar ortamında slaytlardan Ankara ve Konya’yı seçtim. Şu anda yaklaşık 80 slâydı iki bölüm halinde sunmayı hedefliyorum. Sizlere önce Ankara’yı sunmak istiyorum. Neden Ankara? Çünkü Ankara Belediyesindeki çalışmalarım, benim ilk mezuniyet sonrasında töreninde gidip orada başlattığımız çalışmalar. Bunlar “Hacıbayram Çevre düzenlemesi”, “Ankara Kalesi Koruma Planlaması” ve “Ulus Tarihi Kent Merkezi”nde 100 hektarlık bir alanın koruma amaçlı planlama çalışmalarıdır. Bu konudaki çalışmalarımız, Kültür Bakanlığında kitap halinde kasım ayında yayınlanmış. İlgilenenler olursa onu da daha sonra iletmek isterim.
Neden Konya? Konya bugünlerde çok çalıştığımız ve üzerinde görev yaptığımız son 5 senede gidip geldiğim ve bir ara Koruma Kurulu Üyeliği de yaptığım bir kent ve çok önemli bir Selçuklu başkentidir. Benzeşmeyi şöyle buldum ben: Hem doğal, hem tarihsel, hem arkeolojik, hem kentsel SİT alanları var, Antakya’da da var, Ankara’da da var, Konya’da da var. Tabii Antakya’nın kendine özgü özellikleri ve değerleri var, Konya’nın, Ankara’nın farklı özellikleri, değerleri var. Urfa’yı da belki getirebilirdim; Urfa hakkında ve Patara olayıyla ilgili uzun çalışmalar yaptım; ama kentsel ağırlıklı olduğu için, kentsel SİT alanı ve büyüyen bir kentin içinde küçük bir çekirdek olduğu için Ankara ve Konya örneklerini seçtim, bilmiyorum benzeşebilir.
Işık konusunda yardımcı olmanızı rica edeceğim. Müsaade ederseniz oturacağım, karanlık olacağından sizleri göremeyeceğim.
“UTTA nedir?” diye sorarsanız UTTA, benim kurucu olduğum ve yaklaşık 35 yıllık deneyimi olan planlama, projelendirme ve danışmanlık hizmeti sunan bir kuruluştur. Amacımız kent planlaması, kentsel koruma planlaması ve kentsel tasarım ilişkilerini somut örneklerle incelemektir. Antakya’da doğal ve kültürel varlıkların korunmasına ilişkin çalışmalar için bir fikir verebilmesi hedeflenmektedir.
ANKARA ÖRNEĞİ; Ankara bildiğiniz gibi başkent olduktan sonra Jansen Planı ile koruma altına alınmış, yeni şehir planlanmış ve eski şehir “Protokol Alanı” olarak korunması ve saklanması, hatta Jansen’in deyimiyle “bir cam fanus içine alınması” gerekli bir alan “Kaleyi bir cam fanus içine alalım -bakın, bunu 1930’da diyor- ve geleceğe aktaralım” diyor; ancak koruma altına alınan Ankara Kalesi ve Hacıbayram Cami çevresinde 1980’li yılların başlarına kadar koruma planlaması çalışmaları yapılmamıştır. “Protokol Alanı” ilan edilmiş, bütün planlar ve protokol alanı öyle dondurulmuş, bırakılmış bir bölge. Hacıbayram çevresi, Kale içi ve Hanlar bölgesinde koruma geliştirme veya sağlıklaştırma yönünde bilinçli herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Görüldüğü gibi Jansen’in protokol alanı Hacıbayram çevresi, Hacıbayram Camii, August Mabedi çevresi ve Ankara Kalesi çevresindeki tarihi ticari bölge, hanlar ve bedestenin olduğu kesimdir. Ankara’yı bilmeyen yoktur herhalde, bilmeyenler için Atatürk Bulvarı, Sümerbank’ın olduğu eski Taşhan, Kaleiçi, Denizciler Caddesi, Suluhan’ın bulunduğu kesim ve Hal kesimi; bütün buralar Jansen tarafından planlanmıştır.
Daha sonra 1950’lere gelindiğinde Jansen planı yeterli olmamış, Hacıbayram çevresi planlanmış, protokol alanlarına kısmen yollar planlanmış ve bölge kat nizamı planı ile tarihi çevre dokusunda olmayan 6-8 kat gabariler verilmiştir. Eski Ankara, ana caddeler boyunca çok katlı bloklar arasında sıkışıp kalmış ve çöküntü bölgesi niteliği kazanarak günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu tür olguyu, yer yer Antakya tarihi kent dokusunda da görmekteyiz, hatta iç içe, yer yer 2 katlı yapılarla 5 katlı yapılar yan yana, iç içe bulunuyor.
1980 yılında SİT alanları belirlenmiş. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, daha doğrusu Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından bir “geçit dönemi koruma geliştirme projesi”, yapılanma kararları ile Gençlik Parkından Cebeci’ye kadar bütün taralı bölgeler; 150 hektar “SİT Alanı” olarak ilan edilmiştir. Birinci derece arkeolojik kentsel SİT de Hacıbayram çevresidir.
1990 Nazım Planı’nda, merkezi iş alanlarının Kazıkiçi Bostanları’na doğru gelişmesi ana plan kararı olarak verilmiştir. 1994 yılında bu kesime yönelik bir kentsel tasarım yarışması açılmıştır. Bu plan şu anda uygulama aşamasındadır; ancak bu plan da eski Ankara üzerindeki baskıları azaltmamıştır. Tabii burada Ulus Tarihi Kent Merkezinin yeni merkez işlevleriyle üst üste olmasının getirdiği sorunlar var; yani bir kısma 6 kat, bir kısmına 8 kat verirseniz onun arkasındaki bölgeler çöküntü bölgesi niteliği kazanıyor ve ....... Ne kadar korumaya çalışsanız oldukça zor bir olay. Ankara’daki ilk koruma planlaması çalışmalarını biz 1982 yılında başlattık ve Hacıbayram İkinci Çevre Koruma Planını hazırladık.
1982-1985 yılları arasında bazı kentsel tasarım çalışmalarını hazırladık. Bunlar arasında Suluhan, Çıkrıkçılar Yokuşu, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Karyağdı Hatun Türbesi, Akköprü çevre düzenlemesi, Güvercin Sokak çevre düzenleme projeleri; bunlar 1/500 ölçekte; ama önemli yapıların, anıtsal yapıların çevrelerin düzenlenmesine ilişkin çalışmalardır.
Önemli olan şudur: 1/500 ölçeğinde hazırlanan bu çalışmaların hiçbiri uygulanamamıştır. Sadece Hacıbayram Meydan düzenlemesi uygulanmıştır. Bunun nedeni de Belediyenin daha üst ölçekte, bütüncül bir plan elde etme gerişimidir ve bunun yarışması bu süreçte açılmıştır. Ulus Tarihi Kent Merkezi Çevre Düzenleme Yarışması 1986 yılında açılmıştır. 1/5 000 ve 1/1 000 ölçekli Tarihi Kent Merkezi Koruma Islah İmar Planı hazırlanmıştır; yaklaşık 100 hektarlık bir alandır. Ankara Kalesi dışında bırakılmıştır. Saman Pazarı, At Pazarı, Koyun Pazarı, Hanlar Bölgesi, Güneyde Hacettepe, Batıda Gençlik Parkına kadar uzanan alanlar ve Roma Hamamına kadar olan alanları içermektedir. Bu yarışma ODTÜ Grubu tarafından kazanılmıştır. Bu plan kapsamında 27 adet kamu proje paketi yer almaktadır. Bu da her birinin kentsel tasarım ağırlıklı olarak zaman içinde tasarlanması hedefi bulunmaktadır. Bu projelerden Hacıbayram Camii Çevre Düzenleme Projesi hazırlanmış ve uygulanmıştır.
Yaklaşık 12 yıllık bir süreç içinde Başkent Ankara’da ne yazık ki yapılabilen tek uygulama budur. Tabii bunun birçok nedeni var; planların geç hazırlanması, yarışmalarla vakit kaybedilmesi, aktif planlama yapılamaması, en önemlisi imar planlarının yapılmış olması ve tapuya tescil edilmesidir. Eskiden yapılan 6-8 kat imar uygulamalarında geriye dönüş çok zor olmuştur, bazen olamamaktadır; çünkü hisseler verilmiştir, herkes tapusunu alıp cebine koymuştur. İtfaiye Meydanı, Çıkrıkçılar Yokuşu, Bent Deresi, Dolmuş Durakları, Karyağdı Hatun Türbesi Projesi gibi projeler de bu sürede hazırlanmış, bunların bir bölümü uygulanmıştır. Mesela, Hacıbayram önündeki dolmuşlar Bendderesi’ne kaldırılmıştır “Hükümet Meydanı” dediğimiz vilayetin önü yayalaştırmak amacıyla boşaltılmıştır . İtfaiye Meydanı’nda bir anıt heykel yapılmıştır, Karyağdı Sultan Türbesi çevresi düzenlenmiştir. Bunlar küçük uygulamalardır; ama oldukça önemli uygulamalardır.
Örnek olarak “Hacıbayram Cami Çevre Düzenleme Projesi”nin nasıl hazırlandığına bakalım istedim. Bu proje sadece bir mekân düzenlemesi olarak ele alınmamış, burada yaşayanlar ilgili tüm kararlara katılmışlardır. Bu alanda yaratılan değerin nasıl paylaşılacağına ilişkin bir mekanizma “Hacıbayram Karar Kurulu” denilen bir örgütlenme oluşturulmuştur. Çevre düzenleme projelerinde orada yaşayanların hem planlama aşamasında, hem uygulama aşamasında kararlara katılması, plan sürecine entegre olmaları çok önem taşıyor. Hacıbayram’da da bu yapılmaya çalışılmış, Karar Kurulu oluşturulmuş ve ulaşım sistemi içinde bir yaya meydanı olarak düzenlenmiştir. Projeyle ilgili olarak alınan her karar, mutlaka o projenin muhatabı olan insanların da katıldığı bir kurul tarafından alınmış ve bu kurulun gözetim ve denetiminde uygulanmıştır. Bankalardan çeşitli finansman kuruluşlarına kadar birtakım kuruluşların bu proje ile ilgilenmeleri ve ona destek vermeleri, ancak bir değer paylaşım sistemiyle olanaklı olabilmiştir. Bunu örnek olarak getirdim; çünkü Antakya’da da bu tür özel, anıtsal yapılar var ve bunların çevre düzenlemelerinin yapılmasında, hem planlama aşamasında, projelendirme aşamasında, hem de uygulama aşamasında oradaki dükkân sahipleri, oradaki mülk sahipleri, konut sahipleri, hatta kiracıların gelerek entegre olmaları ve bilgi alışverişinde bulunmaları gerekli, belediyeyle ve sivil toplum örgütleriyle entegre çalışmak gerekli diye düşünüyorum.
Koruma politikalarının önemi sadece tarihsel değerlere sahip çıkılması değildir, koruma politikaları, kentlerde kentlilik bilincinin yaratılması açısından da çok önem taşımaktadır. Korunması gerekli alanlar, aynı zamanda o kentte yaşayan insanlar için anı ortamlarıdır. Yani Antakyalılık bilinci olursa -ki var; izliyorum, görüyorum- bunu arttırmak ve çocuk yaştan başlayarak eğitiminden, geçirmek gerekiyor. Hem tarihi kent çevreleri, hem doğal çevreleri için bilinçlendirmek gerekiyor. Kentlilik bilinci kuşaktan kuşağa ancak anısal noktaların korunmasıyla geçebilecektir. Ulus tarihi kent merkezinde, yarışma sonrası belirlenen 27 proje paketi içinden sadece birinin Hacıbayram Projesinin seçilmesinin “politik bir seçme” olduğu da yetkililer tarafından açıklanmaktadır. O dönemde Sayın Murat Karayalçın Belediye Başkanıydı. Uygulama yapılması İmar, Fen İşleri, Emlak ve Hukuk Dairesi arasında yatay koordinasyon gerektirmektedir. Belediyenin örgütlenmesi ise dikey bir örgütlenmedir; bakın, bu da çok önemli. İmar Dairesi planlama, projelendirme hizmetlerini yapıyor, ağırlı olarak fen işleri uygulamayı yapıyor. Emlak kamulaştırma yapıyor, hukuk dairesi de hukuksal sorunları çözmeye çalışıyor. Dolayısıyla, koordinasyon belediye içinde de çok önemlidir.
Hacıbayram’da uygulanan strateji başlangıçta kamulaştırma olmadan bir şey inşa etmek, daha sonra burada yaratılan değerleri, birtakım başka değerleri belediye mülkiyetine geçirerek ve inşa ederek bir tür doldur-boşalt yöntemi olmuştur. Hacıbayram’da yıkılan bazı dükkânlar yerine geçici dükkânlar inşa edilmiştir, insanlar o geçici dükkânlara taşınmıştır. Daha sonra yeni dükkânlar inşa edildiği zaman geri dönmüşlerdir. Tabii bu arada belirli kayıpları olmuştur; ama bunlara katlanmışlardır. Çünkü maket üzerinde, proje üzerinde ilerde nasıl bir çevrede bulunacakları çok iyi anlatılmıştır. Bu yöntem de, tarihsel çevrelerdeki çevre düzenleme uygulamaları için önemli ipuçları vermektedir, 10 yılı aşkın süren bu süreç izlendiğinde kamunun Başkentte bile etkili olarak proje ve uygulama yapmasındaki sıkıntılar görülmektedir.
KONYA’DA; 1995’lere kadar koruma planlaması ağırlıklı çalışmalar ne yazık ki yapılamamıştır. 1969’daki Yavuz Taşçı planı merkez iş alanlarını geliştirerek kuzeye; Ankara yoluna doğru yönlendirmiştir. O dönemki planlar; Mevlana ve Alaaddin arasındaki ana caddenin yayalaştırılması ve anıtsal yapıların yoğunlaştığı Şerafettin Camii ve Hükümet Konağı çevresinde “tarihi mekânlar platosu” olarak düzenlenmesi 1969’da öngörülmüştür. Konya’daki imar planı, ne yazık ki korunması gerekli anıtsal ve sivil kültür varlıkları bakımından duyarlı ve korumayı gerçekleştirmeye yönelik olarak hazırlanmamıştır. Burada gördüğünüz yaklaşık 120 yıllık Hükümet Konağı üzerinde bile yeni bir yapı önerisi var; şu anda tescillidir, bu yapıyı biz tescil ettik.
Şu kısmında da -birazdan göreceksiniz- kentsel tasarım projeleri yapıldı. Ankara benzeri Konya’da da geleneksel doku içinde yollar açılarak bütüncül olmayan yaklaşımlarla geriye dönüşü olanaksız uygulamalar yapılmıştır. Yer yer 4-5 kat verilmiş ve daracık sokaklarda yükselmiştir. Artı şurada gördüğünüz Mevlana Çarşısı, Kadınlar Pazarı, Şeyh Kâmil Merkez Çarşısı vesaire çarşılar tamamen büyük ölçekli oluşturulmuş ve bu adalar yok edilerek büyük, dokuya uymayan gabarilerde çarşılar oluşturulmuş, geleneksel merkez dokusu böylece bozulmuş, yoğunlaşan ticari eylemler de ulaşım sorunun oluşmasına neden olmuştur. 1982 yılında Konya’da SİT sınırları saptanabilmiştir. Bakın, ne kadar gecikmiş olduklarını da görüyoruz; aslında hem Ankara için, hem Konya için ve belki de birçok kent için bunu söylemek mümkün. Ne yazık ki oldukça gecikmiş durumdayız. Konya’da “Tarihi Kent Merkezi Koruma Amaçlı Planı” ise ancak 1997 yılında hazırlanabilmiştir.
Koruma amaçlı imar planı sınırları, burada yaklaşık 30 hektarlık bir alanın kapsıyor. Sadece Alaaddin ve Mevlana arasındaki aksta ve Arasta Kesimi, Aziziye Cami ve Mevlana’ya kadar giden bir doku içinde yapılmış. Onun dışında güneyde ve kuzeyde, şu kesimlerde, bulunan geleneksel konut dokusu tamamen dışlanmış. Buralar ne yazık ki şu anda bile SİT alanı değil. Bu kesim de Piri Mehmet Paşa kesimidir. Burada da koruma amaçlı plan çalışmasını biz hazırlamıştık. Burada da bir doku var; birazdan ondan bahsedeceğim. Koruma amaçlı planın temel felsefesi bugün de kullanılan tarihi kent dokusu merkezinin tamamen yayalaştırılması, Mevlana ve Alaaddin arasındaki yaklaşık 2,5 kilometrelik anayolun tek aks olarak kullanılması ve ilerde raylı sistem, kırmızı -şu gördüğünüz var olan tramvay sistemidir- sürekli aynı yere geri döner. Biz bunu doğuya doğru yönlendirip tamamen bir toplu taşım sistemiyle kent merkezini beslemeyi öngördük ve çeşitli duraklarla buranın desteklenmesini öngördük ve böylece bazı gerekli servis yolları, ve bazı gerekli ana yaya akslarıyla bu bölge tamamen yayalaşmış olacak.
Koruma amaçlı imar planında “kentsel tasarım alanları” vardır. Bunlar çok özel anıtsal yapıların çevre düzenlemeleri ve çok özel bölgeler; Aziziye Cami gibi, Kapu Cami gibi, Hükümet Meydanı gibi. Bunların bir kısmı birleştirilerek Konya’da tarihi kent merkezi, “Kent Meydanı Meydan Düzenleme Projesi” elde edildi. 1/500, 1/200 Kentsel Tasarım projesi ve sistem detaylarına varıncaya kadar, kent projesi detaylarına varıncaya kadar hazırlandı, peyzaj öğeleri konuldu. Bu Alaaddin Tepesiyle, Mevlana Külliyesi arasında hazırlanan bir projedir. Bu eski, 1940’lı yıllardan bir fotoğraf. Alaaddin Tepesi’nden Mevlana’ya giden yaya aksı “çok önemli, görsel ve simgesel bir aks” diyelim.
Arasta kesimine ilişkin kentsel tasarım projesi ise henüz tasarım aşamasındadır. Soldaki panoda meraklılar için 3 tane örnek getirdim. Koruma Kurulundan görüş alındıktan sonra uygulamaya konulacaktır; bu analiz çalışmalarını getirdim efendim. Arkadaşlar bir örnek koymuş.
Konya’da Hükümet Konağı bir tören alanı olarak tasarlanmıştır. Alaaddin ve Mevlana arasındaki Alaaddin Caddesi tramvay aksı, bisiklet aksı ve şurada -pek görünmüyor, çok koyu çıkmış- kaskatlı havuzlarla su ve yeşil aksı olarak tasarlanmıştır; Alaaddin'den Mevlana ya kadar gider, su ve yeşil akstır.
Tasarıma çok girmek istemiyorum; ama bu önemli yapısal öğelerin bulunduğu bu çevredeki yapıların hepsi tespit edildi, bütün bu yapılar anıtsal eser olarak tescillidir. Burada bir küçük amfi tiyatroyla tamamen bir yaya bölgesi, Kayalı Park Meydanı düzenlemesi yapılmıştır. Hükümet önü meydan düzenlemesi de tamamlanmıştır. Konya’da 3 kümbetlere ilişkin bir yarışma açılmıştır. Bu proje de henüz uygulanmaya çalışılan projelerden biridir. Piri Mehmet Paşa demin bahsettiğim koruma amaçlı imar planı çerçevesinde, bu bölgede geleneksel ticaret bölgesi yer alıyor. Fakat 1991 yılında bir zaviyenin kuzey ve doğu kesiminde hizmet binası yapılmış, kütüphane ve çarşı inşa edilmiş; ancak zaviye restore edilmeden bu bölgede bırakılmış ve maalesef Külliye Hamamı ve Selçuklu şifahiyesi tamamen ortadan kaldırılmıştır. Dokuya aykırı çok katlı Mevlana Çarşısı karşısındaki mevcut yapıların tek katlı, beşik çatılı olarak korunması kararlaştırılmıştır. Koruma Kurulu tarafından bir veya iki katlı tip çarşı projesi yapılması önerilmiştir. Hacıbayram örneğinde olduğu gibi burada da bölgedeki yapı sahipleriyle toplantılar düzenlenmiş, mülk sahiplerinin yüzde 90’ı geleneksel malzemeyle bir ve iki katlı ticaret merkezi yapımı doğrultusunda karar vermiştir; yani proje öncesinde mülk sahiplerini toplayıp karara katmak mümkün. İnşaattan sonra bu zaviye onarıldı ve bu halde şu anda bir halıcı, kilimci ve baharatçı şeklinde kullanılıyor.
Piri Mehmet Paşa Cami çevresi için de, 1996 yılında yine bizim başlattığımız koruma planlaması çalışmalarında, kentsel SİT alanının tümü ele alınmış ve bu alanda da özel proje alanları oluşturulmuştur. Bunlardan 2 ve 6 Nolu özel proje alanında planın öngördüğü Hanlar Bölgesi inşaatı, Selçuklu Belediyesi tarafından tamamlanarak 1999 yıl sonunda kullanıma açılmıştır. Koruma planındaki demin bahsettiğim tahrip olan ve tamamen yıkık olan bölge, biz burada eski dokuya uygun ve tarihi ticaret merkezinin anlamına, geleneksel anlama uygun hanlar ve bedestenler bölgesi, iç havlular -şunlar iç avlulardır- öngördük ve bunun mimari projesi yapıldı. Daha sonra mimari projede de Konya mimari özellikleriyle benzeşen -biraz fazla benzeşiyor söyleyeyim; birazdan göreceksiniz- avlu doku karakteri öngörülmüştür, çevreyle bütünleşen, yayaların aktığı yaya yolları oluşturulmuştur. Geleneksel mimari objeler ve kurgular çağdaş yorumlarla tasarlanmış ve geçmişle arasında köprü kurulmaya çalışılmıştır. Bu mimari projenin raporunda “insana ve tarihi çevreye duyarlı çevre kullanım dokusu ve mekân kalitesini ön plana çıkaran bir proje tasarlanmıştır”.
Çarşının fonksiyon, kullanım ve bir ölçek olarak külliye çevresini koruma planı kararlarına uygun bir yapılaşma olduğu; ancak dış ve iç mimari yaklaşım bakımından sorunlar taşıdığı söylenebilir. Yine de tarihsel çevre içinde ona saygılı ve ölçek olarak uyumlu çağdaş bir hanlar bölgesi oluşturulmuştur; burada 5 han var. Zaviye onarılmıştır; ancak çevreyle bağlantılı ve Selimiye Caddesi üzerinde tarihsel yapıların onarımı sorunları sürmektedir. Maalesef hiçbir şey tam olmuyor, etap etap geliştirmek gerekiyor.
Az önce bahsettiğimiz o 5 han bu şekilde yapılaştı, tamamlandı. Öndeki geleneksel doku, bunların da zaman için de restore edilmesi gerekiyor; bunlar şu anda bırakılmış durumda.
Arasta Kesiminde, demin bahsettiğim koruma amaçlı kentsel tasarım projesi; bu yeni bir tanımlamadır “koruma amaçlı imar planı” diyoruz. Ne yazık ki koruma amaçlı imar planları, 1/1 000 ölçekler, korumayı gerçekleştirmeye yeterli ölçekler değildir. Bunlar 1/1 000 ölçekli planlar; ancak bir “çerçeve planlarıdır”. Üst ölçekte belki nazım plan olarak nitelendirilebilir. Kentsel tasarım projeleri esas uygulamaya yönelik projelerdir
“Arasta kesimi” dediğimiz kesim grid planlı, geçen yüzyıl sonunda oluşmuş bu yüzyıl başında yenilenmiş tarihi ticaret merkezidir. Bu bölgeyi yer yer kapalı çarşı haline getirmeyi düşünüyoruz; çünkü yazın Konya’nın sıcağından korunmak, soğuğundan da kışın korunmak, bir kapalı çarşı fikriyle oldukça mantıklı görünüyor. Arasta kesiminin hava fotoğrafı, Kapı Cami, Hükümet Meydanı. Demin gösterdiğimiz proje şuraya aittir; Kayalı Park ve Hükümet Meydanı kesimi. Yayalaşacak ana yaya aksı şudur ve düzenlemesi bugünlerde tamamlanacak olan kentsel tasarım projesi ve analizlerini görüyorsunuz. Kentsel tasarım ve projelendirme süreci devam ediyor. Arasta ile Mevlana arasındaki tüm koruma alanlarını içeren 1/5 00 ölçekli bir maket hazırlıyoruz. Bu da hem halkın katılımını sağlamak, hem de belediyede sergilenmek amacıyla öngörülmektedir.
Somut önerilerden önce bir çay molası yapıp, ondan sonra sonuç ve önerilere ve tartışmaya geçelim arzu ederseniz.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çok teşekkür ediyoruz. Kısa, öz iki kentte yapılan koruma amaçlı kent tasarımı çalışmaları için bu sözcük gerçekten böyle söylenmeli. Düşünüyoruz; Antakya için buna benzer neler yapacağız ve biz bütün bu işlevi bu kent müzesinde, herkesin takip edeceği şekilde, saydam bir biçimde nasıl gösterebileceğiz? Amacımız bu, bugünkü toplantının temelinde bu yatıyor.
Birazdan ara verdikten sonra sizlerin ister yazılı, ister sözlü olarak soracaklarınızı ben buraya toplayacağım ve görüşler burada bir araya gelecek ve tartışmaya açacağız. Bir ..... eğer konusu belliyse, çok zor bir husus değildir; ona göre toplarsınız, iyi bir düzenleyici ve sunucu iseniz bunu başarırsınız. Ancak kent müzeleri konusunda olay biraz daha zorlaşıyor. Örneğin, şu anda içinde mezbaha bulunan ve ilk olimpik stadın yer aldığı kısmın tamamını boşaltmayabilirsiniz, hepsini temizlemeyebilirsiniz; ama bir şeyi yaparsınız. Orada onun olimpik stat olduğunu gösterir olan yerleri kazı ve temizleme çalışmaları yaptıktan sonra, bir çevre düzenlemesiyle düzgün bir biçimde halkın onu anlayacağı hale getirirseniz bu kent müzesinin bir parçasıdır. Buna ait bilgileri de aşağıda sergileyeceğiniz binada sunarsanız insanlar yavaş yavaş yaşadığı kentin altında, yeraltında mevcut olan eski kentleri de görme ve anlama şansına kavuşur. Buna benzer çalışmaları hep birlikte kent plancılarıyla, mimarlarla, arkeologlarla yapabileceğimize inandığımız için zaten bu işe adımımızı attık. Eğer arzu ederseniz, şu aşamada bir şey söylemeyecekseniz bir ara verelim, ondan sonra görüşlere başlayalım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Bu alanların hepsinin, altı arkeolojik alan; yani Konya, Ankara birçok kent, Bergama, Perge -Perge zaten tamamen arkeolojik- altındaki arkeolojik değerleri, üstünü de koruyarak korumamız gerekiyor. Selçuk, Osmanlı döneminde yapılaşmış, bizim geleneksel Osmanlı-Türk sivil mimarlık, anıtsal mimarlık örneklerimizi koruyacağız; ama bunu yaparken altındaki değerlerin de var olduğunu bileceğiz. Bu nasıl olacak? Kentin arkeolojik mastır planının yapılması gerekir. Arkeoloji mastır planı şudur: Devir devir, yüzyıl yüzyıl Ankara için Galatlara giderek 3 000-4 000 yıl geriye, Helenistik dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve bu dönemleri içeren bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Arkeologlar beni çok iyi anlayacaklardır; çünkü çok çeşitli bulgular var, çok değişik yerde sondajlarla, varolan kalıntılarla da elde edilen bulgularla, bu bulguları değerlendirerek hangi dönemde, neresi yapılaşmış, hangi dönemde ne tür anıtsal yapılar var. Agora neredeydi, Akropol neredeydi. Bunlar bilinebilir, bulunabilir ve bu bir mastır plana yansıtılabilir. Artı çok değişik dönemlerin maketleri yapılabilir. Helenistik Dönem Antakya’sının maketini yapın; ben müthiş bir çalışma olacağını tahmin ediyorum. Roma kenti için -Roma’da gördüm- arkeolojik alanların, Roma döneminin maketleri var, slaytlarını satıyorlar; müthiş bir turizm olgusu. Fotoğraflarını satıyorlar, posterlerini satıyorlar, slaytlarını satıyorlar. Bu paraya dönüşebilir bir olgu. Bir maket yaptırıyorsunuz, düşünün -ne kadar olduğunu bilmiyorum, atıyorum- 2 metrelik maket, ondan yüzlerce slayt yapıp Antakya’nın her yerinde satıyorsunuz; düşünün ne kadar bir gelir oluyor.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- “Anı alanları” dediğimiz çok güzel bir tanımlama. Kent ve çevre konularının içine girenler bunu gâyet iyi bilirler; ortak anı alanı yaratmak. Eski insanlar nerelerde buluşuyordu? Biz şimdi Internet cafelerde buluşuyoruz ya da bir yerlerde toplanıyoruz. Onlar da örneğin çarşıda, pazarda -antik kentler için söylüyorum- herhangi bir yerde toplaşıp görüşüyorlardı. Demek ki ortak anı alanlarını ortaya çıkarıyor olmak bile, bugünkü insanları o günkü ortak alanlara taşımak da gereklidir; stadyumlar, eski stadyumları ayağı kaldırmak gibi.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- İkinci bir olgu da şudur efendim: Eski dokuyu korurken yeni bir yapı yapacağız tabii; bu kaçınılmazdır. Yenileme mutlaka korumayla birlikte düşünülen bir olgudur. Yeni yapı yaparken arkeolojik alanlara dikkat etmemiz gerekir. Bütün mesele yeni yapının temelleri kazılırken müze denetiminde kazı yapılması gerekir. Özellikle antik kentin yayıldığı alanlarda mastır plan bunun için gerekiyor; ama şuraya çok dikkat edelim: Burası birinci derecede arkeolojik SİT’tir. Zaten birinci derece hiçbir şey yapamazsınız, birinci derece var olan yapıları tasfiye etmeniz gerek. Arkeologlarımız kafa sallıyorlar teşekkür ederim. Hiçbir şey yapamazsınız ve orayı tamamen tasfiye etmeniz gerekir. İkinci derecede; kısıtlı tarım ve benzeri faaliyetler yaparsınız; ama köklü onarım da yapamazsınız. Üçüncü derece arkeolojik SİT alanlarında, müze denetiminde olmak kaydıyla yeni yapı yapabilirsiniz. Bizim koruma planlarımızın tümünde “arkeolojik alanlar için yeni yapı yapıldığında müze denetimi sağlanacaktır” diye bir koşul vardır. Arkeolojik alanda müzeden bir yetkili gelecek, hatta temel kazısı önce belli bir katmana kadar oraya dozerde girmeyecek; elle yapılacak. Daha sonra herhangi bir şey bulunmadığı takdirde devam edilebilir. Bu yöntemle Ankara’da Hisar Caddesi üzerinde 7 katlı bir apartman yapılırken, Ayakkabıcılar Sitesi yapılırken Bendderesi’nde Ankara’nın Odeon kalıntıları çıkmıştır. Odeon kalıntıları çıkınca durdurulmuştur ve benim belediyede olduğum dönemde orada 6-7 parsel kamulaştırılmıştır; bu çok önemlidir. Bilinmeseydi, orada kimse ihbar etmeseydi ya da “o dev taşları yok edebilselerdi” diyeyim orası elden gidecekti ve korunamayacaktı.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Arkeolojik SİT planının Antakya için birinci derecede önemli olması, sadece tescilli binalarıyla değil, altına girmek durumundayız ki atacağımız her adımın...
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Bu araştırmalar, bu tür çalışmalar vardır, eski antik kent planları vardır; Antakya için de vardır, geliştirilebilir
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bunları toplayarak, arşivleyerek bu müzemizde, belediyenin çatısı altında bunları biriktirerek acilen işe başlamamız gerek.
Burada konuşmak isteyenler var mı? Fikir jimnastiği yapmak için buradayız. Derneğimizden bir şeyler söyleyecek kimse var mı? Aramızda mimarlar var, şehir plancıları var. Bülent bey bu konuda fikriniz nedir?
BÜLENT BABACAN- Sayın hocam, ben naçizane şunu söylemek isterim: Konuyla ilgili olarak daha evvelde fikir alışverişinde bulundum. Ben o konuya şahsım adına ehemmiyetle katılıyorum. Tarihi bilmemiz lazım; kentin bilinen tarihi 23-24 asırlık bir kenttir ve bunun etraflıca bilinmesi lazım. Daha evvel bu hususta yapılan çalışmaların da ortaya çıkartılması, getirilip masanın üzerine konulması gerekir. Zaten bizim derneğimizin de -müsaadenizle kısa hatırlatma yapayım- birinci niyeti buydu, kuruluş amaçlarında birisi buydu. Antakya’yı ve çevresini öğrenelim. Müsaadenizle bu kadar ancak söyleyeceğim.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ediyorum. Bülent bey, Hatay Arkeoloji Dostları Derneğinde bugünkü fikri ilk ortaya atanlardandır “tarihimizi bilmeden mi planlayacağız?“ demişti; o sözü hatırlıyorum. O halde kent arkeolojik mastır planını yaparken tarihsel mastır planı gibi bir konuya yönelik çalışmaları başlatmamız gerekiyordu ve biz de bunun ilkini, taş çağları kültürleri Hatay’da nerededir, ne vardır, ne yoktur şeklinde bir derlemesi için üniversiteden bir öğretim üyesi arkadaşımıza rica ettik; o bize anlattı. Biz perşembe söyleşileri koyduk ve bundan böyle de devam edecek. Perşembe günleri; ama hangi aralıklarla olacağı henüz belli değil. Sizlerle buluşacak ve Hatay’ın tarihsel dokusunu anlayabilmek için öncelikle tarihini bir arada öğreneceğiz. O arada böyle toplantılardan da birkaç tane .... Tarih Vakfının da zaten hep yapmaya çalıştığı -arada arkadaşlarımızı da görüyorum- yerel tarih nasıl yazılır konusuna belki de bir nebze girmiş bulunacağız.
Başka sorular ya da katkı yapmak isteyenler var mı? Buyurun efendim. Mimarlar Odası Başkanımız.
ÖMER RİFAİOĞLU (Mimarlar Odası Başkanı)- Hocama “hoş geldiniz” diyorum, verdiği bilgiler için teşekkür ederim.
Antakya’mız da biliyorsunuz zengin bir tarihi kent dokusu var. Burada halkımızın ve bizlerin büyük sorunları var. Bu kenti koruma adına koruma amaçlı imar planımız var. Hatta Bölge Kurulundan SİT bölgesindeki yapılara yakın yapılar ........planlanacağı zaman Adana Bölge Kurulundan izin alınıyor. Yüzeye gidip..... .... denetim isteniyor. Ancak bizim karşılaştığımız konular; yani sıkıntılar halkımızın da sıkıntıları. Ben bu konuda hocamızın da fikirlerini talep ediyorum.
Sıkıntılar şunlar: İnsanların yaşam biçimleri değişmiş. Bizim Antakya’daki avlulu evlerimiz, Antakya havuzlu evlerimizde yaşayan insanların yaşam tarzları değişti. Bu evlerdeki yaşam tarzı, daha doğrusu bizim yaşam tarzım değişince koruma amaçlı imar planı da, aynen evlerin lekeleri bunun korunması yönünde bize imar çapları veriliyor. Biz de bunlara aynen uyuyoruz. Ancak insanlarımızın yaşamı değişince, apartman kültürü yavaş yavaş gelişmeye başlayınca insanlar bu evleri kendilerine uygun görmüyorlar, onlara uygun olamıyor. Bu avlulu planda biliyorsunuz, arkadaşlarımızın çoğu da bilir, mimarlar., konuya vakıf olan insanların. Bir ana mekânların bulunduğu güneye bakan kısım vardır, bir de “müştemilat” dediğimiz servis mekânları kuzeye doğru yönlenmiştir. Esasında çok güzel bir planlama, o avlu da, insanların içinde her türlü ihtiyaçlarını gideren bir avluydu.
Sıkıntılı tarafı şu: İnsanlar bir yerde otururken müştemilat, mutfağı, banyosu, helası bina kurulunca gitme-gelme günümüzde biraz daha zorlaşıyor, yağmurlu havalarda girmek-çıkmak falan, ısınma problemleri gibi.
Bir de herkes biliyor ki sokaklarımız çok dar. Bu sokaklara girip çıkmak; esasından bir yandan nasıl önlem alınacak? Benim hocama özellikle sormak istediğim, benim çözümünü aradığım; ama bulamadığım bir konu da şu: Bu mekânların tamamını korumaya çalışıyoruz. Tescilli yapıyı Adana’dan, bölge kurulundan onay alarak, izin alarak planlıyoruz da diğer yerlerde Antakya Belediyesi ve İmar Başkanlığı imar planımızda öngörülen şartları yerine getirerek planlıyoruz. Bunları böyle yapıyoruz; ancak bunları yaparken insanlar belediyenin denetiminden kaçarak, mimarların, çevrecilerin, Arkeolojiyi Sevenler Derneğinin, duyarlı insanların denetiminden kaçarak bir şeyler yapıyoruz. Eski Antakya bozulmaya devam ediyor. Gezenler bilirler; sokaklarımız beton kaplı, evlerimiz yıkılıp yıkılıp acayip yapılarla dolmaya başladı. Bir zamanlar koruma amaçlı imar planından önce 4-5 katlı yapılanmalara izin verildi. Biz acaba bir an evvel buna bir çözüm bulamazsak tamamını mı bitireceğiz? Benim korkum o. Şunu önerebilir miyim veya böyle bir şey olabilir mi: Korunabilir yerleri koruyarak -bir mastır planını yaparız, başka bir şey mi yaparız bilemiyorum- gücümüzün yettiğince -bunlar maddi güç meselesi- tamamını koruyamıyorsak korunması çok acil olan yerleri koruyarak, korunması acaba gereksiz yerler varsa onları temizleyerek insanlara bir mekân mı açmak lazım? Acaba gözden çıkarabileceğimiz yerleri çıkararak yeniden planlama mı yapalım? Tamamen korunamayacak durumda olan yerler var; bunlar tamamen yok olmuş yerler var.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Sayın Başkan, usul hakkında bir şey söylemek istiyorum. Ben daha sonuç ve önerilere yeni gelmiştim ve sorulara geçtik. Bunların bir kısmı burada var. Arzu ederseniz hemen direkt cevap verebiliriz, en azından vermeye çalışalım.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Ara vermeyeceğimize göre o zaman sunuşunuzu alalım ve bilahare tekrar sorulara yönelim.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Çünkü Ömer beyin söylediği hususlar biraz örgütlenme, biraz finansman, biraz koruma politikalara bağlı bir konu açıkçası. Neyi nasıl, ne zaman yapacağımız plansız olmuyor. O konuda önerilerim var.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- O zaman önce sizin önerilerinizi alalım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Teşekkür ederim.
Öncelikle planlamanın her aşamasında bir kente özgünlüğünü, kimliğini veren değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini sağlayan politikalar oluşturulmalı ve bunların mekâna yansıtılması sağlanmalıdır. Onun için de koruma planları ve kararları gereklidir; bu bir kent politikası olmalıdır. Aslında sadece kentsel SİT alanlarının, arkeolojik SİT alanlarının, doğal SİT alanlarının? Kentin gelişme bölgelerinde nasıl bir yapılaşma yapacağız, buradaki değerleri nasıl koruyacağız........kentte; tabii bunlar planlama konusu. Antakya’da var olan koruma amaçlı plan ve projeler yeniden bu gözle değerlendirilmelidir. Kent planlaması ve kentsel korumanın en iyi ifade edileceği ölçek ise, demin de söylediğim gibi kentsel tasarı ölçeğidir. Söz konusu kentte yaşanabilir mekânlar oluşturmak, kültürel değerleri korumanın ve yaşatmanın ilkeleri, planların en üst ölçeklerinden itibaren ortaya konulmalıdır.
Bir başka toplantıda, izin verirseniz Sayın Başkan, ben Antalya deneyimini aktarmak istiyorum. Antalya deneyimi 1/100 000 ölçekten 1/25 000 ölçeğe, 1/25 000 ölçekten; yani çevre düzeni planından 1/5 000 nazım plan ölçeğine, nazım plan ölçeğinden uygulama planları ve eylemsel tasarımlara kadar giden ölçeklerdedir. Bizim son beş yılda Antalya’da ve danışmanlığını yaptık, kent planları hazırladık. Deneyimleri aktarmak özellikle Antakya için ilginç olacaktır. 1/ 25 000’den başlayarak koruma kararları verilmiştir ve onlar kentsel tasarım 1/ 500 ölçeklere kadar ilkeler düzeyinde gelmiş ve detaylandırılmıştır; o da bence çok önemli. Makrodan mikroya gitmek gerekiyor.
Koruma amaçlı tasarımlar yapılmalı ve uygulanmalıdır. Kent planlama, kentsel koruma ve kentler tasarım ölçeğinde, kentsel tasarım, kent planlama ve kentsel korumanın hedefine varmak için başvurduğu bir araç niteliğinde karşımıza çıkmaktadır, ki kentsel tasarımın disiplinler arası özelliği de bunu desteklemektedir. Bu tür olaylarda kentsel tasarım projelerini yapmak gerekiyor. Burada arkeologlar da olacak, yerine göre sanat tarihçileri de olacak, yerine göre peyzaj mimarları olacak, mimarlar olacak, altyapıcılar olacak. Bu projeler, özelliğine göre çeşitli disiplinler arası elemanların katıldığı projeler olmalıdır. Birçok tarihsel kentte koruma planlarından önce yapılan planlar genel olarak korumayı değil, yenilemeyi öngörmektedir. Ömer bey de söyledi; sanırım Antakya’da daha önceki planlarda çok katlı yapılaşmalar öngörülmüş. Bazıları yapılaşmış, bazıları yapılaşmamış. Bu da pek çok değerin yok olmasını birlikte getiriyor tabii.
Bence, Antakya var olan planlar, koruma ilkeleri doğrultusunda yeniden gözden geçirilmelidir; bunu sadece SİT alanları için söylemiyorum. Diğer bölgeler için tekrar tekrar olabildiğince yapılmalı diye düşünüyorum. Kültür Bakanlığı tarafından hazırlatılan koruma planları da uygulama ölçeklerine genel olarak inememektedir. Belirleyici ve yapılanlar uygulama için tam yeterli olamamaktadır.
Antakya’da, koruma planları; uygulama sorunları irdelenerek ve kentsel tasarım alanları saptanarak yeniden ele alınmalıdır. Kültür Bakanlığı bunu yapabilir; fakat bu süreç çok uzun bir süreçtir. Varolan değerlerin bir kısmının daha yok olmasını getirecektir. Aktif planlama yapılmalıdır. Antakya’da benim düşündüğüm, sayısal haritalar da var sanırım, eski planlar da var; bunları önümüze alıp, Kurulu da ikna ederek hızlı bir planlama süreci yapabiliriz ve bunları özel projeler halinde geliştirilmesini de sağlayabiliriz. Genellikle Kültür Bakanlığının koruma planlaması ve onama süreci çok uzundur. Planların onanması uzun sürmekte, planlar güncelliğini yitirmektedir.
Az önce de söylediğim, Belediye ve İl özel idaresi; yani bu işler yerinden çok daha hızlı ve kolay oluyor. Merkezden buraya bir plan yapmak çok daha uzun sürebiliyor, “sürüyor” da diyebilirim; 15 yıllık deneyim onu gösteriyor. Yerel yönetimler ne yazık ki günümüzde teknik olarak yetersizdir. Bilgi ve deneyim, birikimi oluşamamaktadır. Yerel yönetimin uygulama alanında yaşayan halkın planlama ve uygulamaya olumlu katkı ve katılımlarını sağlamada yaşadığı zorluklar ve yetersizlikler bulunmaktadır. Yerel yönetimlerin politikaları partiye, kişiye göre değişkendir. Yönetimlerin sık sık değişmesi politik kimliklerin, parasal olanaksızlıklar gibi nedenlerden dolayı, kent planlamanın ve kentsel tasarımın önemi anlaşılamamaktadır. Yerel yönetimlerin uygulama için gerekli finansman kaynakları ya yoktur, ya da başka yerlerde kullanılmaktadır.
Değerli hocam galiba sizin için söylemem gerekiyor; Antakya Belediyesi uygulama yapabilecek etkin bir birim oluşturabilir. Bu birimin -para olup olmadığını bilmiyorum Sayın Başkan; özür diliyorum- yani böyle çekirdek bir birim, hatta 2-3 kişi işleri etkin olarak götürebilir, kaynak yaratıcı uygulama modelleri geliştirebilir diye düşünüyorum. Bunun için de belki bir “Koruma Müdürlüğü” gibi, “Şube Müdürlüğü” gibi bir birim kurulabilir.
Genellikle şunu görüyoruz: Kentsel tasarım anlamı, yöntemi ve planlama içindeki yeri birçok kimse tarafından ve özellikle yerel yönetimler tarafından henüz anlaşılamadığı için, yanlış aşamada bu işe kalkışılmakta ve yetersiz uygulama sorunları olan ürünler ortaya çıkmaktadır. Tarihi kent çevrelerinin korunabilmesi, çağdaş fonksiyonlar kazandırılarak yaşatılabilmesi, bu bölgelerin çevreleriyle ve kent bütünüyle olan çok yönlü, ilişkileri bağlamında, planlamanın özel nitelikler/boyutlar içeren bir parçasıdır. Bu nedenle, bu konu ülkesel ölçekte benimsenecek sürdürülebilir kültürel, yönetsel ve ekonomik politikalar, planlanan eğitim ve stratejileri, kentsel büyüme dinamikleri bağlamında irdelenmelidir. Aslında; Ömer beyin bahsettiği konut dokuları, korunması gerekli yapı stoklarıdır. Şöyle: “Sürdürülebilir kentleşme, sürdürülebilir koruma” diyoruz. İnsanların burada halen yaşadıklarını, sosyal ve bazı teknik altyapılarının eksik olduğunu düşünürsek, bu eksik olan sosyal ve teknik altyapıları tamamlayarak, çağdaş konforu, o yapılara kazandırırsak buralar kente kazandırılacaktır. Yeni bir yapı yapmaktansa eski bir yapıyı onarmak, sit alanında hem altyapı açısından, hem çevre açısından çok daha ekonomik oluyor.
Kentsel tasarım, temelde “yaşanabilir kentlerin” üretimini hedef olarak almalıdır. Toplum, ekonomik koşullar ne olursa olsun kentsel tasarım eylemi aslında planlama kararının uygulamaya geçirilmesi; yani bizzat kentin yapım sürecidir. Gerek planlama, gerek kentsel tasarım eylemleri teoriyle pratik, plan projeyle uygulama arasındaki bağlantıları kurmakla sorumludur. İki örnek izledik; Başkent Ankara ve Konya’da kısmen yaşanabilir çevre oluşturulmasına yönelik uygulamalar görülmektedir. Bu örnekler de çok kısıtlı çevrelerle oluşmuşlardır. Planlama sürecinin her basamağında kentsel tasarımın gerekliliğinden söz edilmelidir. Kentsel tasarım, planlama sürecinin doğal sonucu olan mekânsal kararların kesin veya esnek tercihli olarak belirlenmesine yardımcı olmalıdır. Mekânla ilgili sonuçlar sürecin sonunda değil tümünde oluşmalıdır. Kentsel tasarımın temeli en başta atılmalı, planlama kararlarının yaşama aktarıldığı son aşamalara kadar, daha da etkinleşen bir süreklilik içinde var olmalıdır. Süreklilik kazanan çalışmalar, Ankara ve Konya örneklerinde görülmektedir.
Tarihi kentsel dokuya getirilecek müdahalelerin kente ilişkin kararlarının bütünü içinde ele alınmasına rağmen, klasik imar planı metotlarını yetersiz kaldığı görüldüğünde kentsel tasarımlara başvurulması bir zorunluluk olmuştur. Bu mekânlar koruma, yaşatma, geliştirme ilkeleri doğrultusunda yapısal ve mekânsal bütünleşmeyi sağlayan kararlardır. Farklı ölçeklerde ifade bulacak mekân ve hatta yapı tasarımlarına ihtiyaç göstermektedir. Bakın, burada Ömer beyin çok haklı olarak sorduğu çağdaş yaşantıya bu yapılar nasıl adapte olacak sorusunun cevabı var. Hangi yapıyı nasıl koruyacağız, hangi yapıyı nasıl sağlıklaştıracağız -benim gördüğüm kadarıyla sağlıklaştırma hep ihmal ediliyor- hangilerini nasıl yenileyeceğiz? Bu bir süreç. Koruma, sağlıklaştırma ve yenileme üçlüsü içinde bunu düşünmemiz lazım. Bazı yapıları çok iyi, hassas restorasyonlarla koruyacağız; bu, hangisi koruyacağımız önceliklerdir efendim. Bazı yapıları sağlıklaştıracağız; içine küçük müdahaleler yaparak tuvalet, banyo, mutfak ya da çağdaş pimapen -bilemiyorum- ekleyeceğiz. Avludan kurtaracağız; yani avludaki kullanımı belki içeri alacağız. Bazı yapıların da korunması artık gereksiz; çevresi yıkılmış, yapılaşmış gibi ise feda edip yenileyeceğiz. Tabii bu bir planlama kararı gerektiriyor.
Konunun ve alanın özelliğine göre 1/1 000-1/1 500 veya daha büyük ölçeklerde bu çalışmalar yapılmalıdır. Ele alınan örneklerde bunun yapılmaya çalışıldığı görülmektedir. Genel anlamda imar planı ve koruma amaçlı imar planları, tasarımdan çok önce gelen ve onu kısıtlayan bir plandan çok, tasarımdan sonra gelen ve tasarıma sadece hukuksal nitelik kazandıran bir plan türü olmalıdır; yani önce tasarım yapacağız, sonra planlaştıracağız. Koruma amaçlı imar planı, kentsel tasarım özel proje alanlarını içerecek şekilde “eylem planları” olarak hazırlanmalıdır. Koruma amaçlı imar planı doğrultusunda, alt ölçekte kentsel tasarım, peyzaj, kent mobilyası ve altyapı projesi hazırlanmalıdır. Ele aldığımız örneklerde, yetersiz de olsa, bunun yapılmaya çalıştığı gözlenmiştir.
Uygulama nereden başlayacak? Koruma alanlarının en korunmaya değer noktasından başlayacak ve etaplar halinde yapılacaktır. Dediğiniz gibi bütçeniz, emeğiniz ve korunması gerekli değerin; yani plan, proje, para, politika genelini bir araya getirmemiz lazım ve nereden başlayacağız, öncelik nerededir? Ulucami midir, yoksa tarihi kent merkezinde yaya bölgesi midir? Bunların kararını vereceğiz ve buralardan etap etap başlamamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Yani küçük paket halinde mi düşünüyorsunuz?
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Tabii evet; yani boyumuzu aşmayan, büyük işlere kalkışmamak tavsiyemdir. Şöyle: Eğer paramız varsa, milyon dolarlarımız geliyorsa yapalım; ama kısıtlı belediye bütçesinde, devlet bütçesinde bunlar zordur.
Tasarımın uygulanmasında, uygulamadan etkilenenlerin tasarıma ve uygulamaya katılımı sağlanmalıdır -bu tekrar oldu- kişilerin katılımı sağlanırsa, kültür politikalarının yanı sıra koruma politikalarında da demokratikleşme sağlanacaktır. Ankara’da Hacıbayram Camii çevre düzenlemesi esnasında bu gerçekleşmiştir. Piri Mehmet Paşa Çarşısı oluştururken kısmen katılımcı tasarım orada da yapılmıştır. Somut bir şey söylemek gerekirse, 4P söylüyorum; politika, plan, proje, para. Bu 4 P olayını bence dikkate almanız gerekiyor.
Teşekkür ederim.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Biz teşekkür ediyoruz Sayın hocamıza.
Ömer beyin dediğine, onun söylemediği bir hususu katacağım. Haklı olarak o yaşam tarzı bugün için zordur, geçerliliğini yitirmiştir diye düşünüyoruz; yani avlulu evlerde oturacağız, oralarda yaşayacağız. Eğer içinde oturamıyorsak en azından onu turizm amaçlı, bir başka amaçlı kullanıma da açabiliriz. Açıkçası içinde oturamayacaksak, oturulmayacak durumda ise vatandaşımıza öyle imkânlar sağlamalıyız ki, onu oradan alıp sizin demin “doldur, boşalt” dediğiniz sistemle bir yere taşıyarak o yerden hem para kazanmasını sağlamak, hem de orayı turizm amaçlı kullanmak çözüm olabilir diye düşünüyorum; çünkü büyük kentleri, Avrupa kentlerini mutlaka gördünüz. Çekirdek kentte hiçbir zaman artık her şey dört dörtlük olamayacağı için yaşam hep dışarılara kaymış durumda, oraları başka amaçlarla kullanılabilir, Antakya için böyle olabilir. 2000 yılı turizminin çok önemli olduğu bir yıl ve çok turist patlaması bekleniyordu; ama eğer bunların hepsi gelebilseydi gerçekten Antakyalılar onları nerede ağırlayacaktı? Öyle bir altyapı da henüz oluşmamış. Ancak bundan sonraki yıllarda eğer turizm patlamaları olursa, o çekirdek olan bölgede küçük pansiyonlar şekline dönüştürülmüş mekânlarda pekala bu iş çözülür ve insanlar tarafından yaşam kazanılır.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Berna hocam ben bir hususu eklemek istiyorum. Mesela “apartman kültürü gelişmiş” dediler. Bu kültür niye gelişmiş bilemiyorum, ayrıca bu kültür müdür onu da bilemiyorum.
Efendim bu geleneksel dokularda yaşamak zor, çok haklısınız; çünkü giremiyoruz, çıkamıyoruz, yangın oluyor, avluda tuvaleti var, gidip gelinmiyor. Bakımsız, çok büyük bina, ısıtması zor falan. Tabii tüm bunlar dikkate alınmalı diye düşünüyorum. Mesela, sokaklara girip çıkmak zor; ama unutmayın ki bu sokaklar araçlardan önceki dönemlere ait sokaklardır. 80-100 yıl önce otomobil yoktu. Dolayısıyla, bizim bunları yaya ağırlıklı planlamamız gerekir. Tabii servisleri sağlayacağız, tabii çöp toplanacak, Allah korusun yangın olduğunda yangın aracı belli bir noktaya kadar gidecek; ama günümüzde yangın musluğu diye bir şey var. Sokaklara yangın musluğu döşüyorsunuz; o yangın esnasında o musluklar kullanılıyor. Çöp toplanacak tabii ki, belli toplama yerleri olacak; bunlar hep tasarım konusudur. Ayrıca “belediye denetiminden kaçarak kaçak yapı yapılıyor” dediler “eski Antakya bozuluyor” dediler; çok haklıdırlar. Belediyenin burada nasıl etkin bir denetim yapacağını, Sayın Başkan bu çok zor tabii. Bir çevre zabıtası oluşturulabilir. Zabıta yanı sıra; yani var olan zabıta gidiyor, bakkal falan gibi yerleri denetliyor değil mi? Bir çevre zabıtası oluşturulabilir. Çöp dökene, kaçak yapı yapana, özellikle doğal SİT alanları için, kaçak kat çıkana, izinsiz bir iş yapan neyse bilemiyorum denetler. Bunun bir yönetmeliği hazırlanır, bu şekilde yönetmelik oluşturulabilir.
Sonra insanlara yön göstermek gerekiyor diye düşünüyorum “koru” demek yetmiyor “sen koru, kamu adına koru”! Kültür Bakanlığı geliyor Ankara’dan “sen Ankara için koru” yolda gelirken Propaganda filmini izledik. Orada tabii cumhuriyetin ilk yılları; çok hoşuma gitti. Vatandaş Ankara’dan gelen memuru görünce ayağa kalkıyor “Ankara, Ankara, güzel Ankara” diye şarkı söylüyor. Bunu yaptırımcı bir zorbalıkla yapamayız. 2 yıldan başlıyor, hapis cezası var vesaire; ama bu korkutarak olmaz. İnsanlara yol göstererek, insanlara kredi imkânı sağlayarak, insanlara proje yardımı yaparak, insanlara para yardımı yaparak, yerine göre malzeme yardımı yaparak olabilir. “boya, badana mı istiyorsunuz?” belki o insanlara biraz malzeme yardımı yapabiliriz mutlaka o şekilde boyarsınız, badana yaptırırsınız ve ıslah edersiniz. Zemin kaplamasını yaparsınız, evlerini de sonra kendileri onarırlar. Bunlar çeşitli modellerle, mesela kooperatif, modeli -burada çok fazla detaya girmedim- çok iyi bir modeldir, dernek modeli çok iyi bir modeldir. Güzelleştirme, geliştirme dernekleri ya da turizm amaçlı kooperatifler Safranbolu’da kurulmuş ve çok iyi işlemektedir. Gelen turları, insanları bireysel olarak kendi evlerinde konaklatma imkânları var. Burada da var mı bilemiyorum. Safranbolu’da sıraya koymuşlar ya da her evini onaran ya da evine bir köşe açan, turizm kredisi alan ya da almayan kişiler evlerinde konaklatıyorlar, hatta kahvaltı veriyorlar, yemek veriyorlar. Bu tür aile pansiyonculuğu bunlar soft turizm örnekleri; yani biz buna “yumuşak turizm” diyoruz. Soft turizmden kaynaklanarak insanların kendi evlerini kullanmaları, değerlendirmeleri, gelir elde etmeleri için birtakım modellerdir. Mesela, rant transferi modeli var. Bu da nedir? Yanındaki 5 kat yapmış, adamcağız 2 katta kalmış. Ne yapacak? Ya yıkacak, yapacak ya da bırakıp, terk edip gidecek; kendi kendine çökecek. Bu insanlara başka bir yerden, Hazine arazisi ya da belediye arazisi vererek orada, o rantı oraya transfer edebilirsiniz ve o yapıya sahip olursunuz. Bu planlarda yeşil alan olarak gösterirsiniz, kültür amaçlı yapı olarak gösteririsiniz ve o yapıları belediyeye kamu eline kazandırırsınız. Bu hem örgütlenme, hem finansman ve hem de uygulama için birkaç model seçilebilir.
Teşekkür ederim.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ederim Mehmet bey.
Eğitim Kültür Hizmetleri Müdürlüğünüz de bünyenizde var. Internet’e girerseniz belediyemizin güzel bir web sayfası var. Ben biraz ondan bilgi aldım. Bu Müdürlüğünüzün acaba altında bu halkı eğitme çalışmalarını yürütebilir miyiz, neler yapabiliriz? Bu konuda bilgi verebilir misiniz?
İRİS ŞENTÜRK (Antakya Belediye Başkanı)- Hocam bu toplantının amaçlarından birisi varmaya çalıştığımız hedefe nasıl varabileceğimiz yolunda kim ne katkı koyabilir? Bunu tartışmak, bunu sonuçlandırmak. Kent müzesi girişimi de bu hedeften kaynaklanan bir girişimdir.
Antakya öyle bir kent ki hepimizin bildiği gibi burada herhalde içinizde en konuyla alakasız insan benim zannederim. Ben basın yayın mezunuyum, ağırlıklı olarak burada insanlar korumayı ve yapılaşmayı veya imar çalışmalarını kendilerine meslek edinmiş insanlar. O yüzden ben dinlemek isterim, neyi, nerede, nasıl yapabileceğimiz konusunda öneriler almak istedim. Tabii Kültür ve Eğitim Müdürlüğümüzün bünyesinde sizler böyle bir çalışma grubu oluşturursanız bizler de belediyenin tüm yetki ve olanaklarını bu kurula ya da bu kuruluşa veririz; buna çok açık yapıda insanlarız ya da ben böyle bir belediyecilik anlayışını ortaya koymaya çalışıyorum. Bu kentin yalnız korunmasıyla ilgili çalışmaların sadece belediyelere bırakılması, bizler için çok ciddi bir yükümlülük getiriyor.
Az önce Mimarlar Odası Başkanı Ömer bey bazı gerekçeleri koyduğunda hocamız tepki koydu. Daha doğrusu apartman kültürü kültür mü? Evet, apartman kültürü diye bir kültür yok. Biz bu kültürü korumak gibi bir niyet içerisinde değiliz. Belki konuyu biraz dağıtacağım; ama özellikle SİT bölgesi, kentin doğu yakasında; yani hafif dağ yamacında var olan kentin tarihi kent olması ve bu kentin geçmişten bugüne kurulması veya gelecek nesillere örnekler bırakılması çalışmaları şart. Ama günün şartları, hayatın gerçekleri, günlük yaşamın gerçekleri bu tür çalışma yapan insanların ya da bu tür hedefler gösteren insanların, kentin korunması gerektiğini söyleyen insanların maalesef elinin tersiyle itilmesini gerektiren gerçek var. Nedir bu gerçek? Kişilerin yaşam gerçekleri; yani ekonomik sıkıntıları, kaygıları ya da çoluk çoğuna bırakacak bir oda hevesi. Çünkü bu kentte ya da ülkemizde insanların yaşamları, gelecekleri güvence altında değil. Bu insanlarımıza binalar verilmiyor, bu insanlarımıza sağlık hizmetleri devlet tarafından istenildiği ölçüde gerçekleştirilmiyor. Kişilerde bir biriktirme ve miras bırakma geleneği var maalesef; bunu buna bağlıyoruz, çok acı bir gerçek belki; ama bunlar günümüzün yaşanılan gerçekleri. Bu bir insanlık mirasıdır, bu bir dünya mirasıdır “sizin bu evinizin mülkiyeti size aittir; ama bu evinizin var olan şekliyle veya geçmişteki şekliyle korunarak gelecek nesillere devredilmesi gerekir; çünkü bu bir kültür mirasıdır, bu bir kent mirasıdır” dediğinizde sizin yüzünüze öyle bir bakıyorlar ki sanki siz vatan hainisiniz, siz o insanın kötülüğünü istiyorsunuz tarzında bakıyorlar. Bu söylemleri söyleyen insanların kesinlikle belli yerlere getirmemek gibi bir tavır içerisindeler. Doğal olarak da bu işleri yapmaya çalışan insanlar ya yapmayı istedikleri şeyi yapacak zaman bulamıyorlar, iktidar süreleri buna yetmiyor.
Ben çok açık konuşuyorum; basının çıktığına da sevindim. Ben basınlı bir toplantı istemedim; “bir sohbet toplantısı yapalım” dedim; çünkü çarpıtılabilir, farklı algılanabilir, söylemek istediğimiz husus başka yansıyabilir. Henüz bunları hazmedebilecek maalesef ki durumda değiliz; benim sıkıntım buradan kaynaklanıyor. Çok başka bir soru sordunuz, ben olayı başka yerleri getirdim; ama yaşadığımız gerçekleri mutlaka korumamız gerekiyor
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Bence İRİS hanım konunun temeline geldi.
İRİS ŞENTÜRK- İşin temeli burada yatıyor. Ben çevreci zihniyetten gelmiş bir insanım, Belediye Başkanıyım “bu kentin yaptırım gücü olanları ya da birikimi olanları ya da bu konuda bir şeyler yapabilecek statüde olan insanlarla sohbet edelim” dedim. Basın konusu belki çok farklı algılanacak; ama bu sohbetin önce kendi içinde bir şekillenmesi gerekiyordu. Gazeteciler Cemiyeti Başkanımız burada. Kesinlikle gidip basını suçlamak falan değil; ama burada bir sıkıntımız var. Ben bunu hedefleyen bir belediye başkanıyım. Bunu propagandası falan değil, bunu hayal eden, bu kent için bunu isteyen bir insanım.
Bu kent; kültürüyle, kent dokusuyla, tarihi ve doğal dokusuyla korunması; ama içinde yaşanarak korunması gereken bir kent. Bu konuda nelerin yapılabileceği konusunda bilgi birikimimi yetersiz buluyorum. Bunun için bu oluşumu istedim; çok açık dille konuşuyorum. Bu oluşumu renklendirecek her fikre açık olduğumu göstermek istiyorum, bu konuda neler yapabiliriz? Bu yapabileceklerimiz için kaynaklarımız yoksa bu kaynakları nasıl yaratabiliriz. Bu yaratım konusunda bunu Antakya’daki uzman kadrolarla yapamazsak -ki yapamayacağımız çok daha ağır basıyor- dış dünyaya ya da bu konuda bir şeyler yapanlara kaynak bulan kuruluşlarla irtibatları nasıl sağlayabiliriz? Bunların konuşulması gerekiyor ve kesinlikle bu bir hedef. Biz kenti, kent dokusunu koruyalım; ama bu insanlara da bunun anlatılması gerekiyor. Bu anlatıldığında bundan çıkacak verilerden ya da eldeki somut örneklerden o insanların kazanımlarının olması gerekiyor. Yoksa bu insanlara bunları ya da bulundukları yapıyı korutmak mümkün değil. Sen “koru” diyorsun; korumayacak efendim. Bir şekilde gözünüzden ırak bir şey yapılacak, ki yapıldı. Bu kentin doğu yakası “SİT Bölgesi” denilen yer tamamen tahrip edildi, elimizde koruyacak bir şey kalmayacak; koruyacak noktaya geldiğimizde elimizde koruyacak bir şey kalmayacak, benim korktuğum budur.
Bütün bunların tartışılması; ama sadece konuşulmaması, somut projelerin ortaya çıkması -ki bu bir adımdı- kentsel tasarım konusunun ortaya çıkarılması, bu tasarımın ortaya çıkarılması, projelerin küçük küçük de olsa bir şeklide somut olarak ortaya çıkarılması, bu projelerin gerçekleştirilmesi için kaynak yaratılması konusunda adımlar atılması ve bir güç birliği oluşumu; ama bütün bu güç birliği oluşumunun sağlanabilmesi için belediye için gerekli kaynağın olmadığı gerçeğini de ortaya koymak gerekiyor. Ben hazırım; yani böyle bir proje gerçekleştirilecek, bunun için şu kadar değere gerek var. Eğer ben bu kadar lirayı bulamıyorsak ucundan ucundan başlamak lazım; ama buna başlamak lazım. Ben buna hazır olduğumu söylüyorum.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çok haklısınız; amacın bu olduğu başından da belli, daha önce ortaya koymuştunuz. Biz de o yolda bir girişimde bulunduk.
Ben hemen şunu söyleyeceğim: Eğer kurumlar şu anda kendilerine finans sağlayamıyorlarsa ya da yoksa yapacakları başka şeyler de var. Bu işin gerçekten eğitimini verebilirler; ben öyle düşünüyorum. Yani bir üniversite hocası olarak, tek yaptığım bu olduğu için belki bana daha yatkın geliyor. Sizin Eğitim Kültür Hizmetleri Müdürlüğünüz, bu işi, en azından neden yapılabileceği konusunda sürekli olarak aynen belediyelerin başka şeyleri duyurduğu gibi, belli yönetimlerle halka duyurabilir, toplantılar yapar, seminerler yapar; kısacası eğitimini yapar. Ancak o arada beliren imkânlar, bir arkeolojik mastır planı yapmaya imkân veriyorsa hemen ona girişilir; hocamızın da buradaki vurgulaması çok gerekliydi. Genel kabul edilir bir planı, kendi deyimiyle camekâna koyup sizin duvarınıza astığı anda, değişmezliği kanıtlandığı anda insanın artık “tamam, bu plan yapılmıştır. Bu kentin kurtuluşu buradadır. Şimdi şuradan başlıyoruz, yarın buraya geleceğiz” şeklinde bir yol izlemeyi artık kabullenir; sanıyorum ki Antakya şu anda bu durumda, bir planının yapılma ihtiyacı artık kaçınılmaz. Plan olmadan hiçbir şeyin olmayacağına göre, iki paralel yoldan gideceksek bunun bir tanesi ciddi planlama yolunu seçip, bu araştırma, bu mastır planını hazırlamak olurken öte yandan da minik minik projelerle, belki küçük paket projelerle de yapabildiklerimizi göstermek, bütün bunları da sizin Eğitim Kültür Hizmetleri çatısı altında toplamak, müzenizde bunları sergilemek şeklinde sizin burada bulunma zamanınıza denk -bu herkes için geçerli- üç-beş yıllık bir çalışmayı ortaya koymaktır diye düşünüyorum.
Buyurun hocam.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Sayın Başkan teşekkür ediyorum. Çok zor bir konuda bulunulduğunu kesinlikle kabul ediyorum. Eski bir belediyeci olarak, belediye içinde çalışmış biri olarak da size kolaylıklar diliyorum açıkçası.
Hakikaten Türkiye’de insanların geleceğine yönelik ümitleri bir ev, kızına da bir ev, oğluna da bir ev ya da kıyıda bir yazlık şeklinde gerçekleşiyor; bu “kaçınılmaz” olarak diyelim bugünkü sistemde bu. Fakat yarın bunun öyle olacağını ben düşünmüyorum; çünkü kıyılar yağmalanıyor, yaylalar yağmalanıyor, binalar dikiliyor, kentlerimiz yok oluyor. Biz buna ne kadar zaman “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyeceğiz; bunun bir sonu olmalıdır, buna bir “dur” denilmeli, ama insanların da gelecek kaygısını çok fazla rencide etmeden. Bu nasıl olacak? Özür dilerim; biraz Antalya deneyimi, Ankara Kalesi bile böyle. Mesela, Antalya Kaleiçi’nde eskiden affedersiniz inek karşılığında bir ev alabilirdiniz. Antalya Kaleiçi’nde insanlar evini bırakıp, terk edip gitmek istiyorlardı. Turizm Bakanlığı bir proje yaptı, yat limanı haline dönüştürdü. Ondan sonra oradaki evlerin değeri altın değerinde oldu; bu Ankara Kalesinde de böyledir. Ankara Kalesinde 1987’de Kale içi planı yarışma açıldı. 300 milyona, 200 milyona -o zamanki değerleri bilmiyorum; şimdiki değerlerle söylüyorum- 1 yıl içinde, yarışmadan sonra bunlar 3-5 misli arttı. İnsanlar buraya kamu yatırımının geleceğini, çevrenin düzenleneceğini, iyi-kötü bir bakım geleceğini, onarım geleceğini ve yaşanabilir bir çevre olacağını hissettikleri zaman oraya dışarıdan da yatırımcı geliyor. O yatırımcı da bazen el değiştiriyor; bu sosyal doku açısından belki iyi değil; ama kaçınılmazdır. El değiştiriyor ve konutlar halıcı, kilimciye dönüşüyor. Bakırcı oluyor, altında kuyumcu oluyor ve benzeri, özellikle tarihi kent merkezinin yaşanan kesimlerinde bu olgu çok kolay bir olgu.
Esas sorun konut dokusunun daha uzak kesimlerde; yani rantın dönüşemeyeceği, erişemeyeceği kesimlerde bu tür değer artışları zordur ve insanlara da buranın ilerde, görünebilir bir vadede dönüşeceğine, turizm alanı olacağına ikna etmek biraz zordur. Bu konut alanları için başka modeller gerektirir; yani Toplu Konut İdaresi nasıl yeni yapıya kredi veriyorsa, eski yapının onarımına da kredi verme mekanizması geliştirilmelidir. Yiğit Gülöksüz bey bir ara buna yönetmelik hazırlamıştı. Bu yönetmelik kapsamında bu geleneksel dokulara da bakım ve onarım kredisi verilmesi öngörülüyordu ve çok doğru bir yaklaşımdı. Bu, Türkiye’deki binlerce konutu, yüz binlerce konutu ıslah edecek, sağlıklaştıracak bir modeldi. Bunu Toplu Konut yapamıyorsa acaba belediye kaynaklarıyla bir döner sermaye gibi, başlangıçta sormak kaydıyla, insanlara onarım kredisi verip acaba bunu geriye döndürme imkânı olabilir mi? Şöyle diyorum: “10 tane ev seçilir, 10 tane evin sahibiyle anlaşılır ve denir ki senin evinin onarımı yaklaşık ne kadar? 700 milyon-1 milyar-1,5 milyar. Bu belediye fonlarından desteklenir; ama sen bunu 10 yıl içinde şu kadar faizle geri ödeyeceksin” bu geri ödeme bir döner sermaye oluşturabilir. Bunlar tabii üç kelimeyle söylenecek modeller değil -özür dilerim- hepsi başlı başına bir konu, belki konferans konusu; ama insanları ikna etmek ve buralara bir ivme kazandırmak çok önemlidir.
Antalya Kaleiçi’nde turizm olgusu bir ivmeydi. Bence Antakya için de turizm olgusu önemli bir ivmedir. Önce çevreye biraz çekidüzen vereceğiz; kaplama, lamba, bank vesaire gibi çevresel öğeleri biraz geliştireceğiz, sonra da vatandaşa “bu sokağı yaptık, sen de biraz binana bak” diyeceğiz.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Kent mobilyaları diye bir kavram var.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Tabii, kent mobilyaları yapacağız. Sonra dış dünyadan kredi alınabilir. Proje olmadan kredi alamazsınız; yani plan ve projenin olması lazım. Neye göre size kredi verecek? Mesela, Dünya Bankası bugünlerde Pamukkale için kredi veriyor. Pamukkale projesi bizim; UTTA’ nın danışmanlığında sürüyor. Bütün eski planların yeniden revizyonu, giriş kapıların yeniden düzenlenmesi ve ana aksların Hiyeropolis içinde yayalaştırılması için Dünya Bankası, tam bilemiyorum; ama milyon dolarlar mertebesinde bir kredi verecek. Bu tür projeleriniz olduğu zaman UNESCO’dan, ya da ICOMOS’tan ya da Dünya Bankasından kredi aramak mümkündür; ama projeniz olmazsa biraz zor gibi geliyor.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Öğrencilerimizin Ankara İstanbul gibi büyük kentlerden şehircilik bölümünde okuyan, mimarlıkta okuyan öğrencilerimizi buraya getirebilsek ve onlardan yararlanabilsek üniversitenin örneğin arkeoloji bölümünde mimar arkadaşımız da böyle bir konuda doktorasını yapıyor; bugün kaydını yenileyecek. Öğrenci bazında alınacak olan yardımın rölevede kullanılması şeklinde küçük yardımı alabileceğini düşünmek belki bizi rahatlatıyor; böyle bir şeyler de yapabiliriz. Eğitim kültür faaliyetleri adı altında bütün bunları organize ederek, en azından kentin birkaç yerinde örnekleme yapmak durumundayız.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Ben üçüncü sınıf talebelerini getireyim.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Örneğin hocamız bize öğrenci vaadinde bulundu.
Buyurun.
ÖMER RİFAİOĞLU (Mimarlar Odası Başkanı)- Yeri gelmiş iken bir konuyu ifade etmek istiyorum. Eylül ayı içerisinde bir şey yapmışız. Zaten Antakya’ya âşığız, tarihi kenti korunması temel amacımız; arzumuz, hayalimiz budur. Ancak korkumuz kentin elden gideceğidir “her yeri koruyalım” derken hiçbir şeyi koruyamamak; bizi kahreden bu, başkanımı da kahreden bu. Başkanım döneminde -kendisi burada olduğu için söylemiyorum- gerçekten kaçak yapının en az olduğu bir dönem yaşıyoruz ve sivil kurumlarla, sivil toplum kuruluşlarla en iyi diyalogun başladığı ve devam ettiği sağlıklı bir dönem yaşıyoruz. Biz çok şanslıyız; Yani ben kendimi çok şanslı görüyorum
Eylül ayında biz çeşitli üniversitelerden öğrenci arkadaşları getirdik. Bir eski Antakya evinin rölevelerini çıkarttırdık. Fransız dönemi yapıların cephelerinin çalışmaları yapıldı ve yakın bir zamanda, belki 10-15 gün zarfında bu bir kitap haline getirilecek. Şu anda matbaada, ki Adana’daki şubemiz de bu konuda yardımı oluyor. Bir matbaayla, yayıneviyle anlaşmış durumdayız. Bunu yakında sınırım bitirmiş olacaktır. Bu konularda öğrenciler de çok büyük özveriyle çalıştılar; bunun devamını da yapacağız. Belki önümüzdeki sömestr tatilinde veya daha sonra, önümüzdeki yıl; daha doğrusu bu yılın yaz aylarında bu tür çalışmalara devam edeceğiz. Bunlar insanların bilinçlenmesi, konuya duyarlı insanların bir şeyler görmesi, bu insanlara bir ışık vermek adına bunları yapıyoruz.
Teşekkür ederiz.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ederiz efendim.
Arkeolojik mastır planının çıkarılmasına nasıl başlanması gerekiyor?
SALONDAN- Kısa, orta ve uzun vadede nasıl bir program, nasıl bir yol önerisi. Konunun uzmanı olarak, ki Antalya Kaleçi’nde de böyle bir deneyiminiz olmuş. Ne gibi sıkıntılar yaşamışsınızdır, bize nasıl bir çalışma planı ya da planlama şeması önerirsiniz? Biz bu olayları somutlaştırmazsak ya da bu işte bir lider bulamazsak burada konuştuklarımızda kalacağız gibi geliyor bana.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Efendim ben arkeolog değilim; ama hasbel kader arkeolojik alanlarda, özellikle Bergama’da ve Perge’de iki tane koruma planlamasına yönelik koruma amaçlı imar planları; bunlar o bölgenin arkeolojik mastır planıdır; yani Perge koruma planı, Perge’nin mastır planıdır. Biz onu nasıl ele aldık? Uzman arkeoloji profesörü, danışman hocamız var; Prof. Dr. Vedat İdil, sanat tarihçisi profesör danışmanımız ve peyzaj danışmanımız vardı. Tabii bunu bir planlama konusu olarak ele almak lazım. Arkeolojik master planı da planlamanın bir parçası ; özel bir planlamadır, bir ekip işidir.
Antakya için nasıl olur diye düşünüyorum; Antakya’da eski kente ilişkin, dönemlere ilişkin çeşitli araştırmalar, çeşitli planlar, projeler mutlaka vardır. Kazılar var, kazı raporları var, çıkarılmış haritalar var, kazılarda elde edilmiş röleveler var; bütün bunları bir araya getireceksiniz. Bir dokümantasyon çalışması yapacaksınız. Bu dokümantasyonu yüzyıllara, iki yüz yıllara neyse dönemlere göre leyırlar haline; yani katmanlar haline getireceksiniz. Bilgisayar ortamında bunlar üst üste getirilecek. Helenistik dönem, Roma dönemi, Bizans neyse dönemlerinde kendi olası gelişme sınırları, gelişme yönleri belirlenecek. Daha sonra tur güzergâhları, plana yönelik bir şey. Giriş kapıları, özel noktalarda giriş düzenlemesi yapmak, araç otoparklarından bilet gişelerine kadar; bunu birinci derece arkeolojik SİT’ler için söylüyorum. Özel tasarımlar yapmak lazım; biz bunu Patara’da da yaptık, şu anda kurulda. Yerli yabancı turistler otobüsleriyle, araçlarıyla geldiğinde nerede park edecekler, biletleri nereden alacaklar, tanıtım ve rehberlik hizmetlerini nereden alacaklar? Küçük birtakım ünitelerle bu çözülebilir, çok pratik, prefabrik bile olabilir.
İkincisi; tur güzergâhları düzenlemesi yapmak gerekir. İsteyen kentin içinde arkeolojik tur güzergâhları, kentsel tur güzergâhları, kentsel önemli özelliklerini gezdirecek, kısa, uzun turlar, 3 saatlik turlar, A tur, B tur, yeşil tur -neyse ismini siz koyun- bu tur güzergâhlarında insanlara bir günde neyi göstereceksiniz, 3 saatte neyi göstereceksiniz, 3 gün kalırsa neyi göstereceksiniz? Bunun kataloglanması, bir plan üzerine işlenmesi gerekir.
İllerdeki kazılar için olası kazı yerleri ve kazı noktalarının belirlenmesi, en önemli kazı noktaları nelerdir, nerelerdir? Olası metropol alanının saptanması, mesela Perge’de bir nekropol alanı vardı; orasını birinci derece arkeolojik SİT’E dönüştürdük. Üçüncü dereceydi, kesinlikle tasfiye edilmesi gerekiyordu, üzerinde tarım yapılıyordu, köyün bir kısmı vardı. Birinci dereceye aldık ve zaman içinde tasfiye edilecek. Bu tür özel yerlerin belirlenmesi ve plana işlenmesi gerekiyor. Tur güzergâhları, kazı öncelikleri ve önem sırasına göre düzenlenmesi, giriş kapıları vb.
SALONDAN- Bunlar orta vadeli mi?
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Hayır, bunlar bir plan kapsamında var olacak ve yapılacak çizili belgeler.
Dördüncüsü dinlenme noktaları ve buradaki, tur güzergahı üzerindeki kent mobilyalarıdır. Aydınlatma, sergileme, bank, çöp kovası; bunlar özel tasarımlar gerektirir. Her yere her türlü mobilyayı koyamazsınız; çok abes şeyler oluyor, çok aykırı şeyler yapılabiliyor. Peyzajla birlikte kent mobilyası tasarımları da gerekiyor; arkeolojik mastır planının yapabileceği budur. Bir de maketini yapabilirsiniz, dediğim gibi, sergileme ve slayt üretme, çoğaltma açısından, tanıtım amaçlı çok iyi bir çalışma olur.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Belediyemiz böyle bir çalışmaya başlayabilecek durumda. Bu çok büyük bir meblağ gerektirmiyor; insan çalıştırılacak, bu da ufak miktarlarla öğrencilerle başlayacak. Üniversitemiz var, üniversitemizin öğrenci kapasitesi var. Dışarıdan o kuruma da gelecek öğrenciler var. Dolayısıyla, belki de iyi yapılıp incelenirse çok kısa zamanda belediye bu kültür ve eğitim hizmetini hemen başlatabilir. Bu çatı altında olmasından daha normal bir durum olamaz. O esnada bulunabilecek kaynakların da öncelikle nereye gitmesi gerektiği, nereden ciddi olarak başlanması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkacak gibi görünüyor.
Arkadaşımız yakın vadede mi uzun vadede mi diye sormuşlardı; ancak galiba şu anda hangi vadede ne yapacağımızı konuşamıyoruz gördüğünüz gibi. Önemli olan önce hepsinin bir toplanıp önümüze yığılması, ondan sonra gerçekten planlamaya başlanması, ilk planlamanın yapılması gerekiyor. Plan aşamasına daha hiç girmediği için herkes kendini muallakta, boşlukta hissediyor; henüz fikir aşamasındayız.
Buyurun.
MİNE TEMİZ- Nereden başlamamız gerektiği kararını verebilmemiz için, Mehmet beyin bahsettiği 1/25 000 ölçekli planlamadan başlamak lazım herhalde. Nerede var? Kaçıncı derece, arkeolojik SİT neresi, kentsel SİT neresi? Bunları yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini söylemişti zaten; oradan başlayıp belirlemeleri yaptıktan sonra, alt ölçeklere indikçe önceliği nereye verebileceğimiz; bunlar tarihi, kültürel değer açısından birinci derece önemli yapılar ve bölgeler olabileceği gibi yıkılmak üzere olan, kurtarılması öncelikli yapılar ya da bölgeler olarak kendi içinde bir sıralamaya tabi tutulması gerekir; ama anladığım kadarıyla büyük ölçeklerden tespit çalışmasına hemen başlamak lazım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Mine hanım sizin bu söylediğiniz 1/25 000, kentin yakın çevresini, hatta il sınırlarını kapsayabilir. Mesela, Bolu ilinde doğal değerler, arkeolojik değerlerin envanterini yaptık; bu bir envanter çalışması. Plana gelindiği zaman plan başka bir husustur. Antakya için düşünüyorsak, eski Antakya arkeolojik yerleşmeleri için 1/1 000 ölçekten, belki kent ile ilişkilerini kurmak 1/5 000’den başlamak gerekir; 1/5 000- 1/1 000 ölçekler bence çok iyi ölçeklerdir. 1/25 000 biraz çevredekileri höyükler; mesela Kinet höyüğünü ben çok iyi bildiğim için Kinet gibi höyükleri oradaki büyük İsassos Antik Kenti o antik kentin sınırlarını işlemek de, 1/25 000 ölçekte bir çevre düzeni planın sorunudur. Bunu aslında Bayındırlık İskân Bakanlığının yapması gerekir.
MİNE TEMİZ- Belediye önderliğinde düşüneceksek belediye sınırları içinde buna başlanmalı.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Belediye sınırları içindeyse belediyenin mastır planı içinde çizili olması gerekir ki korunabilsin; böyle bir mastır plan varsa. Her şey birbirine bağlıdır.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bütün bunların bir çatısı oluşmuş vaziyette; ben bunu bildiğim için söylüyorum. Kent arkeolojisi diye bir kavram bunun hepsini birden kucaklıyor. Avrupa 1800’li yıllarda bunu fark etmiş; ama adını koymamış, hep bu işi yapıyor.
1960’lı yıllardan bu güne çok yıllar geçmiş; çünkü yeniden yapılanma ya da modern yaşama geçiş eski dokuyu hep bozar olmuş. O halde iyi bir teknolojiyle ve anlatılanlar gibi çok dikkatli bir biçimde hem eskiyi korunacak, hem yeniyi yaşatılacak. Bunun ikisini bir arada tutmayı başaran bir alt bilim dalı daha oluşturulmuş, adına “kent arkeolojisi” denilmiş. Biz galiba burada biraz bunu yapacağız. Bunun mutlaka üniversitede bir ayağının olması gerekir; o da burada zaten var. Belediyeler de bir kentin zaten birinci derece sahibidir. O halde öncelikle bu çatı altında kent arkeolojisinin yürüyeceğini, kentin arkeolojik envanterinin çıkarılabileceği yasal bir birimin bulunması gerekiyor gibi geliyor bana. Ben kendi alışkanlığımdan hemen bir yere bağlamaya çalışırım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Özür dilerim. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası madde 17, koruma amaçlı imar planlarının yapımı görevini, SİT alanları içinde belediyelere verir. Der ki “koruma amaçlı imar planı yapımı görevi belediyenindir; ancak gerekli gördüğü takdirde Kültür Bakanlığından destek istenir. Dolayısıyla, burada Kültür Bakanlığı desteğinin alınması söz konusu olabilir, özellikle yapılması gereken arkeolojik mastır plan çerçevesinde Kültür Bakanlığından da destek istenebilir -ki bugünkü örgütlenme içinde Kültür Bakanlığında ağırlıklı olarak arkeologlar ve sanat tarihçileri görev yapmaktadır, hatta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü de bir sanat tarihçisidir- yani bu konuda Kültür Bakanlığından destek alınabilir. Pamukkale’ye yönlendirilen Dünya Bankası fonlarının bir kısmından Antakya için yararlanmak isteği ortaya çıkabilir; çünkü Dünya Bankası bazı giriş kapılarına gelen gelirlerin geriye dönüşüyle ilgili bir kredi veriyor. Arkeolojik alanlarda böyle geriye dönüş imkânı olmasına rağmen giriş kapısında bilet kesiyorsunuz, o paralar birikiyor ve merkeze gidiyor; halbuki buraya harcanması lazım. Paralar İl özel idaresine gidiyor. Sayın Valiyle bu sabah görüştük; il özel idaresi de havaalanı yapıyor. Tabii kent için o da lazım; ama arkeolojik alandan elde edilen gelirin o ören yerine harcanması lazım. Çevresinin dikenli telle çevrilmesi gerekli, güvenlik gibi önemli bir konuyu az önce atladık- Türkiye’de arkeolojik alanlarda büyük bir güvenlik sorunu var; yani çevresi denetimsiz.
Slaytlar gösterildi; koyunlar, kuzular, sürüler giriyor. Perge Akropolüne affedersiniz büyükbaş hayvanlar tırmanıyor falan; büyük bir tahribat söz konusu. Öncelikle çevre denetimi gerekli, kaçak kazı da çok önemli; tüm bunlar için de para gerekiyor. Bu açıdan Kültür Bakanlığından destek istemek bence çok önemli.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Zaten yasa gereği orayla bağımız olduğuna göre, 2863’le bağlantı kurarsak, en azından Eğitim Kültür Hizmetleri Müdürlüğü ile Kültür Bakanlığıyla 2863’ü uygulayıcı olan Kültür ve Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü ile ilişki kurarak arada organik bir bağ oluşturulur, orası denetlerken burası da uygulamayı yerine getirilebilir.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Ama bu söylediğim uygulama için planlamayı belediyenin kendisi yapabilir; Kültür Bakanlığındaki o uzun süreçlere girmemek açısından onu tercih etmesini tavsiye ediyorum. Çok yararlı olur, birkaç plancı alarak kendisi de yapabilir, bunun için bir encümen kararı gerekiyor tabii.
NİDAY ÖZDEMİR (Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı)- Çevre koruma bilincinin ana kaynağı sevgi ve eğitimdir. Bizim söylemimizde bu hep vardır.
Bir sivil toplum kuruluşu olarak, özellikle yapabileceğimiz işlerden biri de eğitim çalışmalarıdır. Biz okullarda bunu hep dile getiriyoruz, slaytlarımızın birçoğu tarihi dokuyu korumak konuludur; özellikle ona ağırlık veriyoruz. Bunun yanında 5 Haziran Dünya Çevre Haftasında bu hususu dile getirdik, ısrar ettik; Belediye Başkanımız da destekledi ve uyguladı. Kentin tarihi dokusunu göstermek amacıyla belediye otobüsleriyle seferler düzenlendi. Bu tür etkinlikleri arttırarak şehirde yaşayan insanların tarihi yerleri koruma bilinci bu şekilde biraz sağlanabilir, bizim gibi dernekler, belediyeye ait o alt kuruluş o eski, tarihi mahallelerde birtakım çalışmalar yapabilir; çünkü o eski dokunun olduğu yerlerde genelde köyden göçen bir kesim yaşıyor. Mesela, geçmiş dönemdeki belediye başkanı oraya beton dökmüş diye sanırım oylarını arttırabildi. Arnavut taşlarını kapattığı halde böyle bir olumsuzluk yaşanıyor.
Benim aklıma bir başka öneri geldi şu anda. Belediye eğer birkaç pilot ev seçip de “gelen turistleri oraya yönlendirelim, bir odamızı düzenleyelim, oradan gelir elde edebilirsiniz” şeklinde yaklaşırsa, o dokunun içerisinde birazcık da sizlerin de bahsettiği gibi çevre düzenlemesi yapılırsa, belki belediye hiç para ödemeden ilk adımı atmış olabilir. O insanlar o işten para kazanabileceklerini anlarlarsa belki ilk adım atılmış olabilir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Hocamız örnek verdi.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Safranbolu örneği bence çok iyi incelenmesi gereken bir örnektir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Ayrıca üniversite şehri; üniversite öğrencilerinin katkılarının sağlayabilmek için de böyle ortamlar yapılabilir.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Niday hanım ilginç bir şey söyledi “Burada köyden göçenler yaşıyor ve kiracılar yaşıyor” dedi, bu çok önemli. Ev sahipleri apartmanlara gitmiş ve burada bazı yapılar ikiye, üçe bölünerek iki-üç ayrı ev şekline dönüşmüş; yani “kültür bölgesi niteliği” dediğimiz budur. Ev sahiplerinin ve dışarıdaki yatırımcıların buraya dönmelerini nasıl sağlayacağız. Ev sahipleri dönmezse yatırımcı nasıl gelecek? Burayı alacak, motel yapacak, lokanta yapacak, kafe yapacak, kuyumcu yapacak. Bu da, sizin dediğiniz gibi ancak çevrenin sağlıklaştırılması ve ıslahıyla mümkündür. Etaplar halinde kent merkezine yakın yerlerde, belirli sokaklarda, belirli meydan çevrelerinde bu tür düzenlemeleri yapmak çok önem taşıyor. Başlangıçta, az önce de dediğim gibi sokağın kaplamasını yapacağız, artık asfalt dökmeyeceğiz. Belki tekrar Arnavut taşına döneceğiz, ortadan akışlı kayrak taşına döneceğiz. Yeniden ortadan akışlı geleneksel sokak modelini çağdaş anlamda yaratacağız. Aydınlatmasını sağlayacağız, gece de yaşanabilir olacak. Otoparkları sağlayacağız, dışarıdan gelenler otoparklara park edip orada yaya bölgesini gezmekten, binalara bakmaktan, fotoğraf çekerken direklere toslamadan yürümekten zevk alacaklar. Kabloları kaldıracağız, olabildiğince yerin altına alacağız; telefon kablolarını, elektrik kablolarını. Yangın musluklarını döşeyeceğiz; bunların hepsi entegre çalışmalardır. Bir sefer yapılacak; yani bir kere kazacaksınız, bütün sistemleri olabildiğince alta alacaksınız, sonra kapatıp döşemesini yapacaksınız, lambasını yapacaksınız, bankını koyacaksınız, çiçeğini, böceğini koyacaksınız. O zaman “ Beyler! Bakın, burayı ben yaptım, sizin binalarınız da değer kazandı” diyeceksiniz. Hatta bunu yaparken belki belediye o sokakta yaşayanlardan ve mülk sahiplerinden katılım payı alacak; çevre düzenlemesine katkı payı gibi bir ön vergi olabilir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ederim.
MİNE TEMİZ- Girişimler başlatılırken, böyle bir katkı payı istenirken eğitim projesi çerçevesinde Safranbolu için, Antalya Kaleiçi için verilen örnekleri yapı sahiplerine tanıtmak lazım; yani yapılmış örnekleri görmeliler. Slaytlarla, dokümanlarla, toplantılarla yapı sahiplerini, özellikle de maddi gücü yerinde olan kesimlerin sayısı Antakya’da çok fazla, aslında yeterliler. Tek sorun ikna etmekte; yani rant sağlayabilecek şekilde ikna etmekte. Bunu gösterebilmek lazım; yapmamız gereken bu. Bunun için de örneğin Safranbolu’nun onarımlardan önceki slaytlarını ya da fotoğraflarını elde edebilirsek, bir de bugünkü durumunu elde edebilirsek oradaki bir kafede yiyen, içen insanları birtakım enstantanelerle sahneleri taşıyabilirsek yapı sahiplerine, sonuca ulaşmak herhalde daha kolay olur. Bu tür hizmetleri; birlikte görmesi lazım, insanlar zihinlerinde canlandıramıyorlar.
“Antakya’da hiçbir şey kalmadı, aslında her şey yıkılıp gitti” değil; hayır, hâlâ bir şeyler var”. Örneğin park yerlerini bulmak şu anda çok zor; ama Antakya’da hâlâ korunabilecek birçok şey olduğunu biliyoruz, değişik toplantılarda da görüyoruz, hocamız Mehmet bey de sanıyorum bir kısmını gözlemlemişti; bunları canlandırabilmek. Antalya Kaleiçi’nin önceki ve sonraki halini insanlara göstermek, bunları anlatmak, filmlerde bu görüntüleri ve hayalleri yaratabilmek gerekir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bunun herhalde bilgisayar ortamına taşıyabildiğimiz gibi slayt gösteriler şeklinde, zaman zaman mahalle kahvelerine giderek -insanları nerede bulacaksınız?- tek tek evlere giderek, ki birçok propagandalar buraya gidilerek yapılıyor kasetler usulüyle. Siyasal güç ne kadar istenirse nerelere getirilebiliyor. Aynı iletişimi biz en azından evlerin içine kadar girerek sağlayabiliriz.
İRİS ŞENTÜRK- Aklıma şu geliyor: Ben daha Belediye Başkanı değildim. 3-4 sene önce burada pansiyonculuk teşvik kredisi verilmesiyle ilgili bir toplantı yapıldı -hatırlıyorsunuz herhalde- hatta eski Antakya evlerine sahip olanlara çağrılar yapıldı; ben çok iyi hatırlıyorum. Burası üniversite kentidir. Eski Antakya evlerinin pansiyonculuğu özendirme konusunda verilecek bu teşviklerden, bu kredilerden faydalanın anlamında toplantılar yapılıyordu; o zaman bayağı uğraşmıştık. Ben o zaman “Çevre Koruma Derneği”nin başkanıydım. Valilikte bu toplantılar yapıldı.
Aslında şöyle bir kafamda şekillendiğinde, bu eski Antakya evleri restorasyonu ya da günlük yaşamı kolaylaştıracak şekilde düzenlenmesi durumunda ısınma, sokağa giriş çıkın rahatlatılması, güvenliğin olması vesaire gibi olaylarla bütünleştiğinde burası için biçilmiş kaftan; çünkü burası üniversite kentidir. Her geçen gün kalabalıklaşıyor ve üniversite öğrencilerinin ciddi anlamda barınma sorunu var; bunu pansiyon kredisiyle birleştirebilirsek, en azından bu insanlara -Mine hanıma tamamen katılıyorum- somut olarak bir şeyleri koyabilirsek “bakın, böyleydi böyle oldu; insanlar şunu elde edebildi. Affedersiniz bir inek karşılığı alınıyorken şu anda çok ciddi rakamlar, rantlar elde edildi ya da gelirler elde edildi; ama bunu yapacak bir oluşum sıkıntımız var”. Birisinin çıkıp “şunu yapıyoruz, Ayşe sen şunu yapacaksın, Fatma sen şunu, Ali sen şunu; bunun finansmanını da siz sağlayacaksınız” tarzında bir çalışma yapılması gerekiyor. Belediye bunu şu anda mevcut kadrolarıyla ya da mevcut hantal yapısıyla başarabilecek durumda değil. Bu oluşum bu hedef doğrultusunda hazırlanır ya da birlikte hazırlayıp kültür, eğitim birimimize dahil bir gönüllü kuruluş gibi, danışman grubu gibi hazırlanırsa bunun finansını da biz bir şekilde bütçemizden; mesela, Antakya’ya Hizmet Vakfımız var, oradan belki katkı verebiliriz; böyle bir çalışma yapabiliriz. Özellikle az önce getirilen öneri hep kafamdaki şeylerden biriydi. Kantara çıkmazındaki ev sahibine gidildiğinde “Antalya Kaleiçi’nde de senin evin gibi bir ev vardı. Şöyle faydalanıldı, şunları, şunları sağladık” tarzında somut bir şeyler koyabilirsek ve bunu aklı başında bir sürü, özellikle bir-iki ev için uğraşırken ve ondan sonuç alırsak, o insanlar para kazanabilirse -ki kazanabileceklerine inanıyorum- turist ya da öğrenciler geldiğinde özellikle oraya gidip “burada bu ev var, burada şu var, şunlar yapıldı” gibi gösterebilirsek, ki yapılır; bunu yapıyoruz, gelenleri yönlendiriyoruz “eski Antakya evlerine gidin Taç mobilyada iç tarafa girin, dolap kapaklarında şu şu şu renk güzelliği var, tavan işçiliği şöyle, avlusu böyle, taş kesintisi şöyle” bunları özellikle götürüyoruz, gösteriyoruz. Her gittiğimiz gün ya .............. biri gitmiş oluyor, ya dolap kapaklarından biri gitmiş oluyor. Sonuç alacağız; bunu biliyorum, ama bir dinamiklenmeye ihtiyacımız var. O gün başlasın; derdimiz o.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Toplantıların amaçlarından biri tanesi daha çok oydu. Sivil toplum örgütleri, Arkeoloji Dostları Derneği zaten bunu ilke edinmiş.
İRİS ŞENTÜRK- Bir arada tarihle ilgili, tarihi dokunun korunmasıyla ilgili Tarih Vakfının çalışmaları var.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bunları bir araya getirecek bir çatıda belediyenin görevi diyorum ben yine de. Bu çalışmaları burada örgütleyip sizin kent müzesi içinde yoğurup, bilim adamlarını çağırarak fikirlerini alıp, projelerini yapıp, finansları beraber arayıp ancak öyle yola koyulursa bir yere varırız diye ortaya bir fikir çıkıyor.
İRİS ŞENTÜRK- Zaten Safranbolu’yu ÇEKÜL sayesinde ortaya çıkarttılar, bu işin organizasyonunu ÇEKÜL yaptı. ÇEKÜL Antakya’ya yönlendi; yani bunu sağladık, sağlayabildik. Bakanlık Antakya’ya yüzünü döndü, Kültür Bakanlığı döndü, Turizm Bakanlığı döndü; bunlar önemli adımlar. Bu adımların sonuçları yavaş yavaş alınacak; ben inanıyorum. Yine de bu oluşumda o insanların, buraya gelen insanların ya da bizim gittiğimiz insanların önüne somut birtakım şeyler koyabilmemiz gerekli. Mesela, maketten söz edildi; çok güzel bir çalışma olur. Çok affedersiniz demin sizin söylediğiniz mezbahanın bulunduğu yerde -ki orası hipodrom- ve ben ....... geçtiği falan.....
Dünya kadar adamı aldım götürdüm oraya, yıllardır götürürüm. Mesela orada şöyle bir tabloda oranın eski görüntüsü çizilebilse, altına bir yazı yazılabilse, insanlar oraya gidip o taşa dokunduklarında çok büyük haz duyacaklar; yerlisi yabancısı bundan haz duyacak çok insan var. Bu çalışma bile bir başkasının adımı olacak; ama bunları yapabilmek için birilerinin ortaya çıkması gerek. Ben bunun finansını Hizmet Vakfı aracılığıyla, çok yüksek olmadıkça sağlayabilirim; ama rakamı çok olmamalı, adım adım olmalı, ben belediye olarak hazırım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- İRİS hanım çok güzel şeyler söylediniz, ben de giderek çok heyecanlanıyorum. Bunlar başlamış ve zaten Antakya’da var olan şeyler, hiçbir şey sıfırdan başlamıyor; ama makro politikalar saptanmalı, ona bağlı planlar, programlar yapılmalı, ona bağlı para bulunmalı ve uygulama yapılmalı “4 P”dediğim olay politikalar, planlar, program, bir de para. Projeleri de 6 olarak çıkarabilirsiniz. Neyi, nasıl, nerede, ne yapacağımızı her zaman bilmemiz ve hesaplamamız gerek; plancını görevi de budur, kent için geleceği göstermek.
Biz makro planlarda zaman zaman 2020-2030 yıllarını hedefliyoruz, il bazında planlar yapıyoruz. Mesela, Bolu ilinin 2020 bölge planını yapıyoruz; bitti, bitmek üzere. 2020 yılında Bolu’daki her bir kasaba, her bir “köy” demeyeyim; ama her bir yerleşimin ne olacağı nüfus olarak, işgücü olarak, sektör sektör ne olması gerektiği -depremselliğe de bağlı olarak- ulaşım sistemine, koruma değerlerine, doğal değerlere, arkeolojik değerlere bağlı olarak nasıl gelişir, sürdürülebilir bir gelişme nasıl olur? Zaten planlamanın temel amacı budur. Bu bölge; planından başlar, en küçük kentsel tasarıma kadar iner. Dolayısıyla, neyi, nasıl yapacağımızı gösteren bir belgeye, bir araca ihtiyacımız var. Ondan sonra onu örgütlersiniz. Mesela ÇEKÜL’e “sen şunu yap, UNESCO’dan şu para bunun için alınacak, Kültür Bakanlığından şu para bunun için alınacak. Sivil toplum örgütleri gelin siz şunu yapın” örgütü değil, halkın katılımını sağlayın, halkla toplantılar yapın; yani bunu bir çizili, yazılı belgeler dizisi haline getirmek ve buna da herkesin konsensus içinde uymasını sağlamak gerekir. Bunu belediyeden başka kim yapar bilemiyorum doğrusu.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bu yetkiyi belediyeye verdiği için...
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Yani bu yörenin sahibi sizsiniz.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Hayır, siz ev sahibisiniz. Onun için sizin çatınızın altında olmasına baştan beri inanıyoruz. Yapabileceklerimizi bu tarafa doğru yönlendireceğiz. Sektörlerin hepsi üniversite -sizler zaten içindesiniz- bu gücü birleştirmek için bundan iyisi yoktur.
İRİS ŞENTÜRK- Bizim bir şansımız da Valimizin bu konuya yumuşak bakıyor olması.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Valilik bu projeye çok yumuşak bakıyor. Bu projeyi de Valilik geçirmeye kararlı. Bülent beyle Osman bey buradalar Ulucaminin düzenlenmesi, bu konuda bir proje yarışmasına gidilecek. Büyük bir meblağ olmayacak belki; ama ondan sonra o hayata geçirilecek. Hatta ben ikinci basamak olarak buraya hocamızın çevre düzenlemesi konusunda düşündüklerini rica etmiştim. Kendileri şöyle sunmuşlar: “Oradaki işlerin başlaması için cami ve çevresine ilişkin var olan yasal mastır planlarının her şeyden önce irdelenmesi gerekiyor. İkincisi alana ilişkin 1/500’lük veya daha büyük ölçekte plankotesi çıkarılması ve arazi saptamalarının yapılması gerekiyor. Üçüncüsü genel anlamda koruma amaçlı kentsel tasarım ve peyzaj projelerinin hazırlanarak kent mobilyası ve altyapı projelerinin hazırlanması gerekiyor ve dördüncüsü koruma kurulu ve belediye onayından sonra maket ve projeyi tanıtan paftaların hazırlanması”; Ulucami için ilk etapta gerekenler bunlar. Bunlara sanırım başlayacağız, öyle görünüyor. O minik bir proje paketi olarak ayrıca duruyor; burada işin öbür tarafını konuşuyoruz. Bütün bunlara başlamak için de bence fazla vakit kaybetmeye de hiç gerek yok. Yazılı, çizili hale getirmek için bir tek öğrenmeye çalıştığım oydu. Sizin Eğitim Hizmetleri Müdürlüğünüzün yöneticisi, sorumlusu ile bizi buluşturmanız gerekiyor, o şekilde işin yasal boyutundan başlayarak yazışmaya gideriz.
Buyurun Bülent bey.
BÜLENT BABACAN- Değerli hocam, Mimarlar Odasının Başkanı Sayın Ömer beyle görüştüm, size de iletmiştim. Bundan daha önce bir girişim, niyetleri var. Arzu ederseniz, uygun görürseniz, kendisi de uygun görürse kısaca bilgi versinler.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çok seviniriz efendim. Biz zaten Bülent beyin de bilgisi üzerine, Ömer beyle görüştük bu bilgi bana gelmişti, ben hocamıza danıştım “böyle bir şey var, neler üretebiliriz?” diye. 4 tane boyutu bu işin. Ben sizden de rica etsem katkılarınızı ve burada yapılması gerekenleri sunar mısınız?
ÖMER RİFAİOĞLU- Efendim biz bu konuyu Vali beyle daha önce konuşmuştuk. Daha sonra Bülent bey de yanıma gelip bu konuyla ilgili Arkeoloji Dostları Derneğinin böyle bir düşüncesi var, Vali beyle sizin de girişimleriniz olmuş, konuyu konuşmuşsunuz. Gerçekten Antakya’nın Cumhuriyet Meydanında çok zor algılanan bir camimiz var. Minaresiyle, o giriş kapısı, taç kapısı olmasa -zar zor seçiliyor zaten bunlar- Ulucaminin varlığını çoğu insan göremeyecek, şu anda göremiyor. Oradaki büyük tabelalar, daha sonra yapıldığını bildiğimiz dükkânlar düzenlenmeli; birinci düşünce bu.
İkinci düşünce ne? Acaba caminin etrafını sarmış o dükkânların tamamı temizlenip yaya kullanımına açılabilir mi, beden duvarları ortaya çıkarılabilir mi, ilk haline döndürülebilir mi? Bunun da araştırması yapılabilir. O arada dükkânlar çok büyük hava paralarıyla devrediliyor; bazı insanlar bunun çok zor olacağını söylediler, haklılar belki de. Eğer o imkânsızsa, o dükkânların temizlenmesi, beden duvarlarının tamamen ortaya çıkarılması, kapının tamamen ortaya çıkarılması, bütün görkemiyle, bütün ihtişamıyla o tarihi yapının ortaya çıkması hepimizin arzusu. Yönetim Kuruluna ilettim, onların da bu konudan haberleri var. Bu yapılamazsa, o dükkânların o tabelaları kent mobilyalarıyla düzenlemenin tamamen bugünkü kullanımının bu çirkin görüntünün ortadan kaldırılması ve bugünkü kullanımın muhafaza edilerek kısacası, amiyane deyimle adam edilmesi gerekir, onun bir düzene girmesi lazım. Bu konuda bir yarışma projesi açılabilir; biz buna her türlü katkıyı vermeye hazırız. Sizinle birlikte, Valilikle, özel idareyle, belediyeyle biz de her türlü üzerimize düşeni yaparız. Katkı verecek arkadaşlarımız da var. Ulusal bazda veya Hatay bazında bir yarışma açılabilir; her ikisi de olabilir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çok teşekkür ederiz efendim. Böyle ön girişimde bulunulduğu için teşekkür ediyoruz.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Tabii burada detaya iniyoruz. Konuşmaya 1/25 000 ölçekten başladık, caminin kenarındaki dükkânın üzerindeki etikete kadar, tabelaya kadar iniyoruz. Bunların hepsi tasarım ve mülkiyet konusudur. Az önce dediğiniz gibi bu cami herhalde vakıf mülkiyetinde olsa gerek ve o dükkânlar da vakıf akarı olsa gerek. Vakıflar Bölge Müdürlüğüne danışarak yapılması gerekir. Vakıfların izni olmadan biraz zor yapılır gibi geliyor bana. Kurul kararı olsa dahi uygulanması zor. Dolayısıyla, Vakıflar Bölge Müdürlüğünü davet edip ikna ederek “biz böyle bir çevre düzenlemesi yapıyoruz. Bakın, bu dükkânlar çok çirkin. Şunlar kalsın; ama şunları kaldıralım” gibi -al gülüm ver gülüm meselesi- ikna edilebilir. Birçok vakıf eseri bu şekilde düzenlenmeye çalışıyor; çünkü burada maalesef yetki belediyesinde değil. Yapı vakıf eseri olduğu için vakıfların görüşünün alınması lazım.
Tabii ki yarışma çok iyi bir yöntemdir; ama biraz süre alır ve paraya dayanır. Şartname hazırlayacaksınız, jüri üyelerini toplayacaksınız, jüri üyelerine yolluk, harcırah vereceksiniz, şartnameleri bastırıp satacaksınız, az gelir elde edeceksiniz, çok masraf yapacaksınız. Acaba davetli bir yarışma; yani 3-5 tane gruptan ısmarlama, proje bedelini vererek, belli bir model saptanır, maketiyle davetli yarışma yapılır. Sonra bir seçici kurul onu seçer ve hemen uygulamaya girer. Bu çok daha hızlı bir süreç. Konya’da eski terminal için bu şekilde bir yarışma yapıldı, biz de girdik; eski terminalin yenilmesi ve kentsel yenileme projesi şeklinde. Biz de hasbelkader 200 metrelik bir kule yaptık. Kabul edilir mi? Bu tür bir davetli yarışma daha hızlı ve daha kesin bir çözüm gibi geliyor.
ÖMER RİFAİOĞLU- Bir ekleme yapmak istiyorum. Vakıflar Bölge Müdürümüz bu konuya çok sıcak bir insan -ben bizzat kendisiyle görüştüm- Vali beyden bu konuda yardım istemişler; bunu burada açıklıyorum. Kendisinin düşüncesi dükkânların tamamen kaldırılması yönündedir. Ben haklarımdan vazgeçebilirim; ama insanlar büyük paralar, yüz milyarlar ödemiş. El değiştirince kendiliğinden çok düştü. Böyle olunca bu büyük bir zorluk.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Tabii bunlar hep sözleşmeye bağlıdır, belli bir zamanı vardır. O süre içinde hava parası da verseniz “süresi doldu, lütfen. Bu bir mazbut vakıf eseridir; çevre düzenlemesi yapacaktır. İşte plan, işte kurul kararı” deyip tasfiye etmek gerekir. Kurulu kararı alınmadan yapamazsınız zaten; koruma kurulu kararı gerekir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ederiz. Buyurun.
SALONDAN- Vakıflar Bölge Müdürü, Sayın Valimizin bu konuda dükkânların yıkılmasına sıcak bakıyor. Buradan belki bir gelir elde edilmiştir; ama Sayın TUNÇER’in dediği gibi bir proje sunulursa bu proje o dükkânların bir bölümünün yıkılmasıyla ilgili olursa ikna edilebilir; ama tümünün yıkılmasına sıcak bakmıyorum.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Teşekkür ederiz efendim; bu da bir fikir.
Sanıyorum derinleştireceğiz; yani madem ki oraya sıcak bakan kuruluşlar var -Valilik bize de aynı konuyu söylemişti; sıcak bakıyor- bir şeylerin üzerine gidilmeye çalışılacak; ama ne kadar sonuç alacağımızı şu anda bilmiyoruz, bir örnekleme olacak.
Başka soru ya da yanıt ya da katkı var mı? Üniversitedeki arkadaşlarımız ne düşünüyorlar? Hakan bey, Banu hanım, Mine hanım konuşacaklarınız var mı acaba?
HAKAN AYGÜN- Herkes sanırım aynı durumda. Herkes “hadi bir şeyler başlasa da biz de ucundan tutsak”diye düşünüyor galiba. İster istemez belki Antakyalı olmadığımız için daha sessiz durumdayız. Bir şeyler başlarsa sanırım herkes işin içine girecek ve ucundan, kıyısından tutmaya çalışacak.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çevre Ana Bilim Dalının mastır öğrencilerini getirdiler ve ....... Dolayısıyla, çevrecilik konusunda yapacakları çok şey var.
SALONDAN- Elimizden gelen varsa... doğal çevre ağırlıklı değil mi?
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Evet, tabii çevre ağırlıklı.
İRİS ŞENTÜRK- Madem öyle adıma hemen şöyle başlasak, arkadaşlar da ucundan tutsa: Eski belediye binasının alt tarafını onardık, bu binayı oturulabilir hale getirdik. Fiziğe bağlı koşullar vardı, akıyordu filan gibi bir şeyler var; onları düzenledik. Üst katı tamamen başkanlık makam binası yaptılar. Üst katta özel kalem, halkla ilişkiler, basın yayın, bir de basın mensupları için bir oda ayarladık. Alt kat tamamen boş -sizi gezdirdim- çok sıcak odalar var, altta zemin Antakya karosu. Maalesef tavan; onu elleyemedik, çünkü çok ciddi bir masraftı. Yeniden tavanın kaldırılması gerekiyordu. Plastik tavan; daha önce modernlik adına plastik tavan yapılmış. Onu bozamadım, elleyemedim; çünkü yerine başka masraf yapan durum vardı, zaten çok komik bir rakama yaptım. Üst tarafı döşedim, alt tarafta üstü geniş şekle getirebilecek; yani dört duvarı hazır, zemini hazır, sıcak, suyu var, tuvaleti var vesaire. Burada kent müzesi çalışması için bilgisayarları oraya aktarıp bir doküman odası, kent kütüphanesi, kent tarihini gözlemleyebilecek bir kütüphane yapmayı düşünüyoruz. Hatta Mehmet bey, Türk Tarih Vakfı çalışmasını yapan arkadaş gitti galiba. Hatta ve hatta bu duyurularımıza eski Antakya ailelerinin fotoğrafları -Tarih Vakfının böyle bir çalışması vardı- mahalleyle, mahallenin bakkalıyla, kasabıyla ilgili, bazı küçük el sanatlarıyla ilgili anıların derlenmesinin yer aldığı odalar, hatta benim şu anda makam odamın arka tarafı tamamen dolu; çünkü duyuru yapmıştım, insanlar eski kent mutfak eşyaları getirdiler. Bu nedenle, arka oda dolu. Bu duyurulduğunda gelecektir. Hikâyelerin bulunduğu, eski kitapların bulunduğu vesaire böyle değişik değişik odalar. Bu arada dışarıdan gelecek herhangi biri otursun, ne katkı vereceğine, ne edeceğine dair çalışmasını yapsın. Bu mekân hazır; ben bu mekânı döşeyeyim, açayım. Döşenmesi bir şey değil.
Siz bana “Başkan şu odaya şunu yapalım” deyin ya da birlikte konuşalım “bu oda bilgisayar odası olsun, bu oda fotoğrafların toplandığı bir oda olsun, bu oda mutfak eşyalarının toplandığı bir oda olsun, bu odada bulunabilen belediye arşivine girsin, öğrenciler verin bana” bunu başkası yapmaz; bunu gönüllü olacak kişi yapar. Bunu para verdiğiniz kişi yapmaz. Belediyenin arşivine girsin; çünkü, bakın bugün değil önümüzdeki 30 yıl içinde bugünkü su makbuzu bile tarih olacak. Belki ilerde bu su makbuzları bile kullanılmayacak. Bunların geçmişte kullanılanları biriktirilir. Ne bileyim Antakya’nın bir köprü yapımıyla ilgili dokümanlar dosyalansın, atılsın bir rafa konulsun “köprü şu tarihte ihaleye çıktı, şu oldu, bu oldu” bunlar gelecekte tarih olacak hususlar, kentin mirası olacak şeyler; ben bu şeyleri vermeye hazırım. Ekipleri falan oluşturun “bana şu lazım” deyin; ben hazırım.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Bunu oluşturmak üzere zaten son 1,5 aydır çalışıyoruz. Birinci derece şehir bölge plancılarından başlayarak çevre planına, kent planına eğilmekle bilgilenelim istedik. Bu ilk bilgilenme toplantısı. Üniversite zaten çok genç; ama nitelikli elemanlarla dolu -kendi bölümlerimi söylüyorum- bunlardan yardım alarak Mimarlar Odası herhalde gelecek; bizden becerikli. Bizim derneğimiz ve başka sektörler bir araya gelip örgütlenerek yapacağız. Perşembe günleri bunları aktarma şansımız var. Biz kendi adımıza söyleşiler dizisi yaptık. İsterseniz size de başka bir gün söyleşiler dizisi yaparız ya da aynı gün hepsini, aynı ad altında yürütürüz diye düşünüyoruz. Bugünkü de bir tasarım; düşüncenin tasarımı öyle diyelim.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Bu müze için bilgisayar ortamında ne saklanabiliyorsa bunların hepsini sayısal hale getirmek gerekiyor. Bunu 30 yıl için düşünmeyin 130 yıl için düşünün. Dolayısıyla teknoloji de değişiyor; ama eski haritaların sayısal hale getirilmesi, eski fotoğrafların sayısal hale getirilmesi, kent planlarının sayısal hale getirilmesi için köprünün vesaire fotoğrafları lazım. Bunları CD’ler halinde saklamak, daha doğru olur diye düşünüyorum; bu CD’lerden de 3 kopya falan yapmak lazım. Birisi sizin kasanızda olsun, birisi başka bir kütüphanede olsun, diğeri o müzede olsun; yangını var, depremi var. Bu taşınabilir dokümantasyon merkezinin biraz sayısal dokümantasyon merkezi haline getirmek daha doğru olur.
İRİS ŞENTÜRK- Paralel yürütmek gerekir.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Zaten mekânlar buna el verecek durumda. Arşivleme zaten olacak. Bugünkü konumuz böyle bir fikir jimnastiği. Eklenecek veya daha konuşulmasını istediğiniz hususlar var mı?
Buyurun.
SALONDAN- Bir fikir jimnastiğiydi, bir araya geldik, konuşuyoruz. Birinci adımı attık, ikinci adım için bir şeyler konuşabilir miyiz bu toplantıda? Bundan sonraki günlerde ne yapabiliriz? Bir mini komisyon gibi bir şey oluşturabilir miyiz, bir araya gelmek için bir tarih belirleyebilir miyiz? Çünkü burada konuşulan konuların, bir süre sonra daha geniş vadeye yayılarak geriye kalma ihtimali var. Bunu biraz daha çabuklaştırmak için komisyon gibi şey kuramaz mıyız? Misal veriyorum; Belediye Başkanının önderliği altında Mimarlar Odası olabilir, bir çevre derneği olabilir veyahut da Belediye Başkanımız da burada- onların katkılarıyla bu minik bir komisyon, daha geliştirilerek ilerdeki tarihlerde işi büyüterek gelişmeler yapamaz mıyız? Bir ikinci adım daha atarak kapatsak uygun olur mu?
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Ben izin verirseniz bu konuda açıklama yapacağım. Komisyonlar her zaman kurulur; ancak çalışması hep hantaldır. Çünkü dağınıktır, bir araya gelinemez ya da gelinse de çok fazla verimli olmaz gibi geliyor. Biz daha kısa ve çabuk bir yol düşünmüştük. Üniversitedeki arkadaşlarımız bunu zaten iş olarak kabul ediyorlar. Biz Mimarlar Odasıyla, diğer nedenlerle bundan böyle daha sık bir araya geleceğiz. Belediyemizin Eğitim Kültür Hizmet Müdürlüğü var diye baştan konuştuğumuza göre acaba sizin müdürlüğünüz altında bu toplantıların yinelenmesine rütin bir hale orada mı getirelim? Komisyonlar şeklinde çalışmaktansa “sizin bünyenizde ayda bir bu konuda toplantı yapılacaktır” diye adını koyarak bu işi yürütelim mi? Örneğin müdürlüğe bakan biri var mı?
İRİS ŞENTÜRK- Müdürümüz var; ama bu konuyla ilgili ayrı bir şahsı görevlendirmek gerekir. Bu biraz daha farklı bir olay; çünkü bana, belediye içinde özel olarak bu işi kendisine vakfedecek birisi lazım. Zaten öyle bir isim var ve sizinle sürekli bağlantı halinde; onunla konuşuruz. Bu Internet sayfasını da o arkadaş sağlıyor. Biliyorsunuz ben bugün yurtdışına gideceğim ve daha belediyede işlerimi bitirmedim. Bir dolu imza falan atacağım. Aşağıda da büyük bir ihtimalle bekliyorlar. Her halde “bu Başkan bu kadar saattir ne yapıyor?” diyorlardır; ama bu benim çok önem verdiğim bir konu. Gideyim geleyim, yine aynı kuruluşla; Mimarlar Odası, üniversite, sivil toplum örgütleri, ben, bu işe gönül veren arkadaşlarımızla, arkeoloji dernekleri falan hemen yeniden bir araya gelelim. Bu kent müzesinin ana başlıkları kuruldu. Bununla birlikte bugün öğlen sağ olsun hocam bayağı bilgi verdi. Kent tasarım projesi, daha doğrusu kenti korumayı amaçlı imarın yeniden gözden geçirilmesi meselesini, biz de kendi birimlerimiz; yani mimar, İmar Müdürlüğünden İmar Komisyonu, orada mimar arkadaşlarımız var, onları da işin içine katarak böyle geniş çaplı bir şekilde “ne yapabiliriz?”i tartışıp “bunun kaynağı nedir, ne kadara çıkar, bunu nasıl yaratabiliriz?” bu ikisini paralel götürelim. Bir gideyim, geleyim. Ben zaten çok uzun kalmayacağım. Hemen yeniden bir çağrı yapalım. En azından bu konuda bir fikir olduğu ortaya çıksın. Mekân hazır, mekâna doneleri dolduracağımız birimlerimiz ayakta ve yeterli; çalıştıralım.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Çalıştırabileceğimize inanıyorum.
İRİS ŞENTÜRK- Ben de inanıyorum, bu işin olacağına inanıyorum.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Kesinlikle. Onun için mutlaka komisyon oluşsun gibi katı bir şeye girmeyelim diye öneriyorum. Ne dersiniz? Çünkü komisyonlar kendini hep zorunlu hissedecekler; ama bir şey üretemeyince “komisyon kuruldu bir şey yapamadı” olacak. Biraz esnek bırakalım “bir sonrakini toplantı haline getirelim, ondan sonra yavaş yavaş kendi kendine oluşsun” derim. Hocam siz yine bu işi devam ettirin.
İRİS ŞENTÜRK- Bu konuda beni motive edecek unsur hocam; sağ olsun bu konuda sürekli beni motive ediyor.
Prof. Dr. MEHMET TUNÇER- İRİS hanım gitmeden benim bir önerim var. Burada konuşulanları bir kaset teybine alsak, onun çözümlerini alsak. Bir dahaki toplantıda bunu kararlar dizisi haline getirsek “arkeoloji mastır planı için ne yapmalı, koruma amaçlı kentsel tasarım projeleri için ne yapmalı, kentin bütününün planlanması için ne yapılabilir, çevre ağırlıklı projeleri için ne yapılabilir, çevre ağırlıklı projeler için ne yapılabilir, cami çevresi düzenlemesi için ne yapılabilir?” bunları bir kararlar dizisi haline getirmeli ki daha sonraki toplantıda her birinin özelinde daha detaya inilsin, daha detaylı kararlar ve uygulamaya yönelik planlama çalışmaları başlatılsın.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Plancılar böyle diyor, o zaman olaya böyle girmemiz lazım. Kasetleri çözdürelim, onları tekrar gözden geçirilecek hale getirelim ve dağıtalım.
Doç. Dr. MEHMET TUNÇER- Internet’ten yollanabilir.
İRİS ŞENTÜRK- Hocam, birinci aşamada bu kaseti ben versem. Belediyede bunu yapacak kimse yok. Ben kaseti size göndereyim. Neyin nasıl yapıldığını bir iki arkadaşımıza anlatalım.
Prof. Dr. BERNA ALPAGUT- Katıldığınız için teşekkür ederiz. Hocam çok teşekkür ediyorum, sağ olun.
-----0-----
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder